fahri kasırga arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/fahri-kasirga/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Sun, 21 Jan 2024 03:43:46 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg fahri kasırga arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/fahri-kasirga/ 32 32 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/#respond Fri, 03 Feb 2023 09:21:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9046 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” 2. Bölüm   Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı. İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

2. Bölüm
 
Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı.

İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında yapılacak olan HSYK seçim çalışmalarının startını bu toplantı ile vermiş bulunuyoruz. Platform olarak tek amacımız, ‘HSYK’daki paralel kuşatmayı kırmak ve yargıya güveni yeniden sağlamaktır’. Katıldığınız ön seçimler neticesinde, yine sizin seçtiğiniz adaylarımız ile huzurunuza gelmiş bulunuyoruz. Toplumumuzun politik, etnik, ideolojik ve dini tüm değerlerini temsil eden bir aday kadromuz var. Alevi duyarlılığı olan, ülkücü, sosyal demokrat duruşlarıyla bilinen hâkim ve savcılar olarak yargının üzerindeki vesayete ‘dur’ demek için biraya geldik. Biraz sonra adaylarımız hem kendilerini tanıtacaklar hem de sorularınızı bizzat yanıtlayacaklardır. Hepinizin bildiği gibi yargı teşkilatımızın başta paralel yapılanma olmak üzere birikmiş ve kangrenleşmiş birçok sorunu bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğunun çözümü siyasi iktidarın yetki alanına girmektedir. Biz siyasi iktidarlarla cedelleşmeyi marifet zanneden seleflerimizin hatasına düşmeyeceğiz. Zira bu tutum, sorunlarımızın çözümünde bugüne kadar hiçbir fayda sağlamamıştır. Binaenaleyh yeni süreçte siyasi iktidarlarla uyumlu çalışmaya gayret edeceğiz. Yargı camiamızın menfaatine olacak olan bu ilişkiden kimse ‘yargı siyasilerin güdümüne girdi’ diye sonuç çıkartmamalı. Özellikle malum yapının bu minvaldeki ithamlarına misliyle karşılık verilecektir. Yeni Türkiye’nin icaplarını onlara öğreteceğiz” dedikten sonra devamla “Sıra konuşmacılar ve adaylarımızın kendilerini tanıtmalarına geldi. Buyurun lütfen sırayla konulabiliriz” demesinden sonra konuşmacılar ile YBP adayları kısaca kendilerini tanıttılar. Akabinde, Selahattin bey katılımcıları toplantının soru-cevap kısmına davet etti.
 
Orta sıralarda kırklı yaşlarında, lüks giyimli bir hâkim olan Osman Sarışın ayağa kalktı, sol eli cebinde, sağ eliyle mikrofonu tutarak, “Değerli meslektaşlarım beni bilen bilir, neredeyse iki yılda bir idarî soruşturma geçiriyorum. (katılımcılar gülüştüler.) Neymiş efendim! Özel hayatım etik değerlere uymuyormuş! Bütün bu şikayetleri, başımıza ahlak zabıtası kesilen paralelci birileri yapıyor ve yine aynı yolun yolcusu müfettişler tarafından da soruşturma yürütülüyor. Maalesef birinci sınıfa ayrılamadığım için maaş kaybım var ve birinci bölgelerde görev alamıyorum. Taahhüt ettiğinizi duyduğum sicil affı ve maaş artışı konusundaki somut adımları ne zaman hayata geçireceksiniz? Umarım seçimden sonraya bırakmamışsınızdır.” diye sordu.
 
Bu sırada hemen arka masada bulunan sıkı YBP’li iki meslektaşın kendi aralarındaki diyalogları çok ilginçti! “Bu Osman var ya! Senin gönderdiğin isimsiz ihbar mektuplarıyla soruşturulduğunu bir öğrense vallahi aşiretin bile seni kurtaramaz. Kumar, gece alemi, rüşvet, görevi ihmal, görevi kötüye kullanma ne ararsan var. Adamın yemediği halt yok! Bunlardan sadece birini biz yapsak şimdiye on defa ihraç olmuştuk. Ben sana kaç kez dedim ‘bu adamı lazım olduğunda kullanmak üzere yukarıdan birileri koruyor’ diye. Ama sen bu lağımın arkasında kimse duramaz demiştin” diyerek serzenişte bulundu.

Yanındaki, başıyla onaylayarak, hafif bir ses tonuyla “Doğru söylüyorsun. İşte şimdi bu tip adamlara ihtiyaç duyulan bir dönem başladı. Camianın ve vatandaşın vay haline! İyi ki de bu adamı doğrudan isim vererek şikâyet etmemişim. Dediğin gibi adama hiçbir şey olmadı-olmuyor. Neyse oğlum bak! Mehmet Yorulmaz eline mikrofonu aldı, Osman’ın sorusuna cevap verecek. Merak ediyorum ne diyecek?” dedi.

Mehmet Yorulmaz, “Soruyu tevcih eden Osman beyi iyi tanırım, kendisini ben de daha önce müfettiş olarak denetledim. Fevkalade düzgün ve çalışkan bir meslektaşımızdır. Paralelci savcılar nedense bu arkadaşımız gibi birçok meslektaşımız aleyhine çok sayıda kumpaslar düzenleyip soruşturma açtılar. Osman bey ve onun durumunda olan meslektaşlarımın tamamına sesleniyorum ‘müsterih olunuz, açık ve gizli sicillerinizdeki tüm cezalar kaldırılacak. Size kötü sicil veren müfettiş ve başsavcıları bize bildirin ki haklarında işlem başlatabilelim.’ Merak edilen diğer önemli konuya gelecek olursak, platformumuzun önerisi ile hâkim-savcıların özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda 10 gün önce bakanlığımızca resmen çalışmaya başlanmıştır. Bana söylendiği kadarıyla taslak Maliye Bakanlığına gönderildi. Sayın Başbakan bizzat duruma vaziyet ediyor. Maaş artışının seçimden önce yapılacağı müjdesini buradan veriyorum. Hayırlı olsun!” dedi. Bu söz üzerine katılımcıların pek çoğu ayağa kalktı ve uzun süre alkışladılar.
 
Ön masalardan birinde oturan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi başkanlarından olan Zikrullatif Özbağ “Müsaadenizle sorumu doğrudan devrem olan Metin Yanmaz’a yöneltiyorum. Sayın cumhurbaşkanımızın doğrudan atayacağı HSYK üyelerinden sonra siz değerli adaylarımızın da eksiksiz seçileceğinize olan inancım tamdır. Ama düşük bir ihtimal de olsa sandıkta kazanılamadığı takdirde alternatif bir eylem planı mutlaka vardır. Bu konu hakkında en azından bir ipucu verebilir misiniz?” diye sordu.
 
HSYK adayı Metin “Soruyu tevcih eden staj arkadaşıma teşekkür ediyorum. Tarihsel bir kaidedir ki ‘Savaşlar sahada değil masada kazanılır’. Arkadaşlar bu tarihsel sözün hakikati saklı kalmak kaydıyla, biz seçim gününe kadar önce sahada kazanmanın bütün gereklerini sonuna kadar yerine getirmeliyiz. Bu kısmı ‘off the record’ olarak söylediğimi farz edin: Bütün gayretlere rağmen sahada başarılı olamadığımız takdirde sonraki aşamalarda kazanacağımızdan hiç kimsenin zerre kadar şüphesi olmasın.” diye yanıtlaması üzerine ıslık sesleri ile birlikte yeni bir alkış tufanı daha koptu. Bu heyecan selini daha da coşturmak isteyen Mehmet bey “Metin beyin izahı gerektirmeyen bu sözlerinin kafamızdaki tüm istifhamları dağıtmaya yetmiş olduğunu düşünüyorum. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız! Onlara hayatı dar edeceğiz” diyerek, sağ avucunu sertçe önündeki masaya vurdu. Salondaki tansiyonu bir kat daha arttırdı.
 
Salonda gürültü devam ederken Sincan Adliyesi’nde görevli kadın bir hâkim elindeki mikrofana vurarak ortamı sakinleştirdi ve “Ben Abbas Özer beye sormak istiyorum. Siyasal dinci bir iktidarın himayesinde seküler, alevi ve sosyal demokrat hâkim-savcıların yargıda adil temsilini sağlayacağınıza bizi nasıl inandıracaksınız? Bunu merak ediyorum.” diye sorması üzerine Abbas Özer “Soru için teşekkür ederim. Paralel yapı YARSAV ve Yargı-Sen içinde de etkin bir hale gelmiştir. Bu yapıyla mücadele etmek için bu birliği koalisyon şeklinde oluşturduk. Platformda; sosyal demokrat, alevi, milliyetçi, dindar meslektaşlarımız var. Ben ‘alevi’ olduğumu açıkça söylüyorum. Bizim dönemimizde sosyal demokrat ve alevi olduğu için kimsenin sicillerinin bozulmasına ve disiplin soruşturmalarıyla mağdur edilmelerine asla izin vermeyeceğiz. Bu hususta gerekli düzenlemelerin yapılmasını da bizzat ben takip edeceğim. Umarım bu güvence yeterli olmuştur.” diye yanıtlamasını müteakip HSYK adayı Ömür Topaçlı hemen devreye girerek “Platformu kurduğumuzdan beri farklı düşüncelerden insanlarla aynı amaç etrafında yan yana gelip kaynaştık. Özellikle sosyal demokrat, seküler ve alevi meslektaşlardan -adayları olarak- rica ediyorum, oylarınızı bağımsızlar, YARSAV ve Yargı-Sen adayları arasında dağıtmayın, sizden ‘blok oy’ bekliyorum.” diyerek beklentisini dile getirdi.
 
Bu sırada orta masalardan birinde oturan savcı Mehmet Bekir Özkan tüm bu konuşulanları can kulağıyla dinlemiş ve duyduğu sözler karşısında -hukuk ve insanlık adına- utanmış ve öfkelenmiş, zapt edemediği bu duyguların tazyikiyle ayağa kalkarak konuşmak için mikrofonun kendisine ulaştırılmasını rica etmiştir. Nihayet mikrofonla buluşan savcı Mehmet bey kendisine söz hakkı verenleri bu imkanı sunduğuna pişman eden şu sözleri cesurca söylemiştir: “Sayın meslektaşlarım konuşulanları dinledim ve dehşete kapıldım. Ben burada bulunan herkese birkaç soru soracağım ve lütfen bu soruları sakin bir kafayla kendi vicdanınıza da sormanızı istirham ediyorum. Mevcut HSYK’nın, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir Genel Müdürlüğü haline getirildiğini görmüyor musunuz? Farkında değil misiniz? Yoksa korku veya çıkar saikiyle kabul mü ediyorsunuz? 16 Ocak 2014 tarihinden bu yana HSYK’nın bizzat Başbakan tarafından yönetildiğinin farkında değil misiniz?”  dedi ve yerine oturdu.

Savcı beyin bu konuşması salonda bulunan herkeste soğuk duş etkisi yaptı. Kürsüde bulunan Selahattin Menteşe salondaki psikolojik üstünlüğü kaybetmemek için hemen yüksek bir ses tonuyla devreye girerek “Anlaşılan o ki savcı bey yargının temel sorunlarının çözülmesi istikametinde siyasi iktidarla uyum ve iş birliği içinde çalışmamızdan rahatsız olmuş. Endişe etmeyin savcı bey! Yargının tepesindeki kollektif akıl ne yaptığını çok iyi biliyor. İlişkilerimizi yargı bağımsızlığı hassasiyeti çerçevesinde götürüyoruz. Dizginleri siyasilere teslim etmeyecek kadar basiretimiz yerinde. Hasıl olacak neticeden paralelci bir azınlık zarar görecek olsa da Ülkemiz kazançlı çıkacak inşaallah.” diyerek karşılık verdi.
 
Mehmet Bekir beyle aynı masada oturan Yargıtay eski tetkik hâkimi Kemal Karagül, yanındaki Hakimler ve Savcılar Kurulu eski tetkik hâkimi savcı Dr.Hasan Duran’ın kulağına “Meslek hayatımda hiç kimseye siyasi eğilimi, ırkı ve mezheplerine göre farklı davrandığımı hatırlamıyorum. Bunlar birlikten bahsediyorlar ama maşallah herkes paralelci olmadığını ispatlamak isterken -kendisinde saklı olması gereken ve çokta merakta etmediğimiz- mensubiyetlerini ortaya dökmekten çekinmiyorlar. Adamlar adeta kendilerini fişliyorlar. Tabi bunun yanında rakip gördüklerini de fişliyorlar.” dedi. Başını sallayarak onaylayan savcı Hasan bey de “Valla hâkim bey, eğer bunlar seçimi kazanırlarsa, atamaların tamamını -liyakat ve müktesebata göre değil- mensubiyete ve itaate göre yaparlar. Kurtlar vadisinde birbirini pusuya düşürüp yiyen, vahşileşmiş aç kurt gibiler. Bunların derdi tamir falan değil! Ehliyetiyle bir yerlere gelmiş insanlardan intikam almak! Boşalacak koltuklara çökmek ve yeni mecralarında derebeyliklerini kurup cukkalarını doldurmak.” diye söyledi. Hâkim Kemal bey dişleriyle alt dudağını sıkarak “Umalım da yoldan sapmış bu zihniyet kazanmasın. Hafezanallah! Türkiye’de bağımsız yargının ve adaletin zerresi kalmaz. Bunlar Moğol orduları gibi dolu dizgin talan etmeye geliyorlar. Tahminim o ki, yargı uzun bir fetret dönemi yaşayacak.” diye fısıldadı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/#respond Sun, 29 Jan 2023 00:20:25 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9044 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1. Bölüm)   Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(1. Bölüm)
 
Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi yöneten güçlü bir siyasi liderin kanatları altında pervasız, şımarık ve özgüveni yüksek bir şekilde süreci yönettiler.
 
Yürütme erki ile kurulan bu yasak ilişkinin ‘yargı bağımsızlığı-tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine ciddi bir biçimde zarar vereceği’ hususu umurlarında bile değildi. Şahsi çıkarlarına hizmet eden güdümlü bir yargıyı, nemalanamayacakları bağımsız yargıya tercih etmekte en ufak bir sakınca görmüyorlardı. Hayal ettikleri makamlara erişmek yolunda engel gördükleri -hükümetin paralelci olmakla suçladığı- topluluğun nitelikli ve başarılı olmasının da bir önemi yoktu. Malum topluluğun kamudan tasfiyesi adına, hükümet güdümünde hareket etme görüntüsünün, yargıya itibar kaybettireceğini düşünecek akıl eşiğini çoktan aşmışlardı. Çünkü ihtiras ve nefretleri, meslekî ve etik değerlerinden daha büyüktü.
 
Sağduyusunu tamamen kaybetmiş ve meydanlarda intikam yemini eden bir siyasi liderin manevi himayesi altında Ankara Hakimevi’nde bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıya Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Selahaddin Menteşe ve HSYK Genel Sekreteri Başar Bilgin katıldılar.

Heyet, Yargıda Birlik Platformu’nun genişletilmiş ilk toplantısını cuma günü Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait Dinlenme Tesisi‘nde gerçekleştirmek üzere anlaştı. Bu toplantıyı organize etme ve duyurma görevini, -hukuk dışındaki- sosyal konularda oldukça yetenekli olan Selahaddin Menteşe memnuniyetle üstlendi. Ve heyete “Toplantılarımızda meslektaşlarımızın ulaşımı dahil her şey ücretsiz olacak. Bildiğiniz gibi kamu görevlileri, kendilerine malî yük getirmeyen etkinliklerden gayet memnundurlar.  Malûmunuz üzere ‘insan ihsânın kölesidir’. Katılımcılara birbirinden muhteşem yemek ikramlarından sonra duymaktan hoşlanacakları müjdeleri de verdik mi, inanın işlenmeye hazır pamuk gibi olurlar. Müsaade ederseniz üstlenmekten onur duyduğum bu görev için zaman kaybetmeden Belediye Başkanı Melih Kökçe ile temasa geçeceğim.” dedi.

Başar Bilgin de bunun üzerine, “Sayın müsteşarım, sizden -toplantıya katılacağını tahmin ettiğim- bağımsız adayların destekçilerinin kuvve-i mâneviyelerini kıracak ihtişamda bir organizasyon bekliyoruz inşallah” dedi. Menteşe de tebessüm ederek “Müsterih olun genel sekreterim” diye karşılık verdi.

Saatine baktıktan sonra vaktin hayli geç olduğunu düşünen Mehmet Yorulmaz, “Arkadaşlar unutmadan söylemeliyim, davamıza gönül veren tüm meslektaşların en az iki kişiyi de toplantıya getirmeleri gerektiğini muhakkak iletelim. Bu aşamadaki en önemli konuyu da karara bağladığımıza göre görüşmemizi bitirebiliriz. Cuma akşamı toplantıda tekrar buluşmak üzere hoşça kalın” demesini müteakip heyet hakimevinden ayrıldı.
 
Hâkim Metin Koyuncu, çarşamba günü işyerinde e-posta kutusunu kontrol ettiğinde, YBP tarafından tertip edilen genişletilmiş ilk toplantıya kendisinin de davet edildiğini öğrendi. Platform ileri gelenlerinin kendisini yakinen tanıdıkları ve siyasi vesayet karşısındaki tavizsiz tutumunu bildikleri halde, davet edilmesine çok şaşırdı. Bu davet hususunu istişare etmek için cep telefonundan savcı Sait beyi aradı. Telefonu hemen açan Sait bey “Merhaba Metin bey, buyur kardeşim” diyerek karşılık verdi. Metin bey mezkur daveti haber verip fikrini sorması üzerine Sait bey “Madem teveccüh gösterdiler biz de davetlerine icabet edelim. Toplantıya katılmak zorunluluğunu hisseden diğer arkadaşları da böylece yalnız bırakmamış oluruz” dedi. Metin de “Ben de önerinize katılıyorum. Adayımızın katılması ise zaten uygun olmaz diye düşünüyorum” dedi. Sait bey “Tabii ki, olası bir provokasyon nedeniyle bağımsız adayımız kesinlikle bu toplantıya katılmamalı. Sen, ben ve hâkim Bilal beyle birlikte üçümüz katılabiliriz.” demesi üzerine Metin, “Toplantı için lojmanlar önünden belediyenin tahsis ettiği servis araçları kalkacakmış” dedi. Said bey beş-on saniye düşündükten sonra “Bu etik olmaz, en doğrusu kendi arabamızla veya toplu taşıma araçlarıyla gidelim. Ne dersin?” diye sordu. Beklediği cevabı alan Metin, “Haklısınız, öyle yapmak daha uygun olur.” dedi. Said bey “O zaman Bilal beye de durumu anlat, gelmeyi arzu ederse üçümüz orada buluşuruz. Rakiplerimizin motivasyon ve yöntemlerini de yerinde teşhis etme imkânı elde etmiş oluruz” diyerek konuyu bağladı. Metin de “Tamam, orada görüşürüz inşaallah” diyerek telefon görüşmesini sonlandırdı.
 
Ve nihayet beklenen Cuma günü geldi. Toplantı salonunun dışında konukları karşılamak için savcı Ö. Faruk Aydın ve hâkime Berrin Aksak bekliyorlardı. Gelen misafirleri küçük bir hoşâmediden sonra adlarını ellerindeki listeye işaretleyip salona yönlendiriyorlardı. Ayrı ayrı gelen Sait ve Bilal beyler soğuk bir karşılama seremonisinden sonra ciddi bir sorun yaşamadan salona girdiler. Ancak biraz sonra Metin beyin de kendilerine yaklaştığını gören Ö. Faruk’un aniden yüzü kızardı ve gözleri kanlandı, tokalaşmak için elini uzatmadı ve yumruklarını sıkıp sesini yükselterek “Ne yüzle buraya geldin Metin! Senin gibi paralelciliği bilinen birinin cesaret edip buraya gelebileceğini beklemiyordum. Haberin olsun! Başsavcılık görevinden alınmama sebep olan soruşturmadaki tanık ifadeni okudum. Söylesene! Hiç mi utanmadın yalan beyanda bulunmaya?” dedi. Yanındaki Berrin hanım da duruma şaşırdı ve birkaç kez “Ö. Faruk bey lütfen bağırmayalım” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Her ahvalde soğukkanlılığını korumasını bilen Metin bey “Hoop, yavaş ol savcı bey! Bana saygın yok anladım da, seni buraya koyanlara da mı yok? Bak burası tartışma için uygun değil. Pazartesi gelirsin odama hem kahvemi içer hem de orada dişe diş tartışırız.  Ama şunu bil ki, ben kendi menfaatim için bile doğruluktan ayrılmamış birisi olarak senin soruşturmanda niçin yalan söyleyeyim? Her daim bildiğimi söyler, bilmediğime susarım. Anlatabildim mi?” diyerek, sert adımlarla salona yürüdü. Hırsını alamayan Ö. Faruk onun arkasından “İçerde senin gibilerin ne olduğunu bilen 1000 kişi var. Yerinde olsam içeri girmekten vaz geçip geri dönerdim.” diye seslendi.

Metin bey kuru gürültüye pabuç bırakacak adam değildi. Bu laflara kulak asmadan içeri girdi ve Sait beyin masasına oturdu. Bilal bey “Hayırdır, yüzünden düşen bin parça, bir şey mi oldu?” diye sordu. Metin de her ikisine dışarıda yaşadığı terbiyesizliği kısaca anlatmaya çalıştığı sırada garsonlar servise başladı. Mevzuyu hemen kapattılar.
 
Misafirler yemeklerini yerken Sait bey göz ucuyla diğer masalardaki katılımcıları izliyor ve onların ruh hallerini kavramaya çalışıyordu. Katılımcıların yaklaşık üçte ikisi çok neşeli iken üçte biri gayet ciddi idi. Ciddiliğini bozmayan bu kişilerin yüzlerinde belirgin bir memnuniyetsizlik okunuyordu. ‘Acaba gelmekle iyi yapmadık mı?’ der gibi bir halleri vardı.
 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/#respond Sun, 15 Jan 2023 16:44:59 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9035 HSYK Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz kriptolu cep telefonunun çalmasını heyecanla bekliyordu. Saatine baktı. Kararlaştırdıkları saat geçeli neredeyse doksan dakika olmuştu. İkbaline göz kırpan bu günleri bir ömür beklemiş birisi olarak, bu fırsat için, değil bir buçuk saat, gözünü kırpmadan üç gün bile bekleyebilirdi. Cebinden çıkardığı küçük aynasında hafifçe saçlarını düzeltti. Dönemin ruhuna uygun olarak uzattığı badem […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
HSYK Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz kriptolu cep telefonunun çalmasını heyecanla bekliyordu. Saatine baktı. Kararlaştırdıkları saat geçeli neredeyse doksan dakika olmuştu. İkbaline göz kırpan bu günleri bir ömür beklemiş birisi olarak, bu fırsat için, değil bir buçuk saat, gözünü kırpmadan üç gün bile bekleyebilirdi. Cebinden çıkardığı küçük aynasında hafifçe saçlarını düzeltti. Dönemin ruhuna uygun olarak uzattığı badem bıyıklarını hafifçe sıvazladı. Hemen sonra da beklediği telefon çalıyordu işte! Hemen açmak yerine belki de gayr-i ihtiyari ceketinin yakasını düzeltip, bir düğmesini ilikleme ihtiyacı hissetti. Ufak bir boğaz temizleme öksürüğünden sonra telefonu açıp kulağına götürdü: “Buyrun efendim.” dedi. Telefonun diğer ucundaki Başbakanlık müsteşarı Fahri Kısır; “Mehmet bey merhaba, beyefendinin yanından yeni çıkabildim. Umarım iyisindir. Hemen konuya girmek istiyorum. Beyefendinin onayladığı HSYK kesin aday listemizi e-mailinize gönderdim. Hemen açarsanız değerlendirmelerimizi daha rahat yapabiliriz.” dedi.

Mehmet bey, “Tamam efendim bana on saniye müsade edin” deyip, eli ayağı birbirine dolaşarak bilgisayarından mail kutusunu açtı. “Efendim şu an liste ekranımda, hızla inceliyorum” dedi. Fahri bey, “Mehmetciğim listenin başına seni koyduk. 20 yıla yakındır teftiş kurulunda çalıştığın için tüm kıdemlileri tanıyorsun. Malumun, Bakan bey yargı camiasını neredeyse hiç tanımıyor. Adam avukatlıktan çok imamlık yapmış” demesi üzerine kıkırdaştılar. Fahri bey devamla; “Adalet bakanlığı müsteşarı Kenan bey ile birlikte Bekir’i rahatça enforme edip yönlendirici tavsiyelerde bulunabilirsiniz. Yani anlayacağın davul onların boynunda tokmak ise bizde.” dedi ve tekrar karşılıklı gülüştüler. Mehmet bey muzip bir ses tonuyla “Sayın müsteşarım haddimi aşmış gibi olmazsam, zurnacıyı sorsam?” dedi. Fahri bey “Beyefendiden daha iyi zurnacı mı var Memet?” dedi ama kısa bir pişmanlıktan sonra, “Oğlum yerin kulağı var, çok da gevşemesek iyi olur değil mi! Neyse! Konumuza dönecek olursak, gördüğün gibi listede ‘bu olmaz’ diyeceğimiz kimse yok. Akp’nin, 11 kişilik adli yargı aday listesinde üç, 5 kişilik idarî yargı aday listesinde ise sadece iki adamları var. Kendi adamları zannede dursunlar, bunlar hiç de sözümüzden çıkacak kişiler değiller. İnşallah-u Teala! Doğu Bey’in belirttiği gibi Türk yargısının altın çağını yaşayacağı günler yakındır.” dedi. Mehmet bey “İnşallah efendim! Ama listede sanki muhafazakar ve milliyetçi adaylara göre solcu, alevi ve tarikatçı adaylar az gibi geldi. Ne dersiniz?” diye sorması üzerine Fahri bey, “Şanlı ‘Sosyal demokrat‘ seni başkan yaptık. Daha ne olsun! Ayrıca platformumuz dışında kalan solcu ve alevi yargı mensuplarının eskiye uzanan şiddetli cemaat düşmanlığı, seçim tercihlerini bizden yana kullanacaklarına karinedir. Reylerini YARSAV ve bağımsız adaylara dağıttıkları takdirde, tarihi bir fırsatı kaçıracaklarının farkındalar. Kaldı ki, şimdiden bize ulaşan yüzlerce hakim-savcı YARSAV üyesi olduğu halde, seçimde bizimle birlikte hareket etme sözü verdi. İkna etmemiz gerekenlerin çoğu milliyetçi ve muhafazakar kesimlerden oluşuyor. Binaenaleyh, adaylarımızın belirlenmesinde bu realite göz ardı edilmedi.” dedi.

Mehmet bey, “Sayın müsteşarım kesin aday listesini incelediğimde mesleki başarı ve liyakat ölçütünü çok öncelemediğimiz sonucunu çıkarıyorum. Yanılmıyorum değil mi efendim?” dedi. Fahri bey “Mehmet, bayramlık ağzımı açtırma şimdi! Adaylarımızı -sen dahil- mesleki müktesebatlarına göre belirlediğimizi mi zannediyorsun? Bize kılıcı keskin militan ruhlu adamlar lazım. Tasfiyeler nihayet bulduktan sonra liyakati de esas alacağımız zamanlar gelecektir elbette. İpleri tamamen elimize aldıktan sonra siyasal islamcı, demokratik solcu, demokrat alevi ve tarikatçıları önce yönetimden sonra da teşkilattan zamanla uzaklaştıracağımızdan emin olabilirsin. Taktiğimiz; siyasilere ‘Emredin, tabii ki, derhal efendim!’ demek, bunun haricinde, bildiğimizi okuyup, kendi ajandamızı kusursuz tatbik etmektir. Bu süreçte velinimetimiz olan  siyasilerin güvenini kaybetmek gibi bir lüksümüz yok. Aksi davranan bir arkadaşımız olursa, onu derhal görevden almalı ve göze batmayan ama etkili başka bir yere vazifelendirmeliyiz. Onyıllardır beklenen hedefimize ulaşmakta asla aceleci davranmamalıyız. Kendi işimizi yapaduralım, ara sıra da, politikacıların taleplerini yerine getirmeliyiz. O işin reklamını da fevkalade iyi yapmalıyız. Böylece, istikbali de sigorta etmiş oluruz.” dedi. Mehmet bey, “Adaylardan Ahmet Çiçek çok tecrübesiz. Rizeli olduğu ve hükümet desteklediği için onun hakkında bir şey söylemem mümkün değil, bunun farkındayım. Ama HSYK başmüfettişi İsa Demir en zayıf halka gibi. Teftiş kurulundan yakînen tanıyorum. Militan olma potansiyeli dışında çok vasıfsız bir arkadaş. Onun yerine ikame edebileceğimiz bir çok aday var. Listeyi kamuoyuna deklare etmeden önce bu ismi değiştirebilir miyiz? Beyefendiyi ikna etmeniz çok kolay efendim.” dedi.

Fahri bey “Senin en zayıf halka dediğin Çerkez İsa, kendisini hem ülkücü hem de Menzilci olarak tanıtmayı başarmış, istihbaratın yargı içindeki uzantısı olan önemli kişilerden birisidir. Teşkilat-ı istihbaratın yargıdaki kuşudur. Kara propaganda faaliyetleri icra eden sosyal fenomenimiz Kuşçubaşı Eşref’i  idare eden trol ekibini bizzat o yönetiyor. Binaenaleyh bu süreçte ona ihtiyacımız var.” dedi.

Mehmet bey, “Yapmayın ya! Yıllardır bu adamla çalıştım ama böyle bir yönü olabileceği aklımın ucundan geçmedi. Bu mayınla birlikte bir çok göreve gitmiştim, iyi ki üzerine basmamışım. Alimallah gümlerdim!” deyip, yeni bir gülüşmeye sebep oldu. Fahri bey “Saçmalama Mehmet, bu adam senin sıkletinde değil, sen ağır sıkletteysen, o sadece tüy sıklette!” dedi ve tekrar kahkaha attı. Mehmet bey, “Siz bari şişmanlığımı yüzüme vurmayın efendim. Söz veriyorum seçimi alınca üç ayda en az 20 kilo vereceğim.” diye alttan aldı.

Fahri bey, “Sonucu belli olan seçimi beklemene gerek yok! Şimdiden zayıflamaya başlasan iyi olur.” dedi. Devamla, “Ha unutmadan şunu da söylemeliyim. Mailine bir banka hesap bilgisi gönderdim. Seçim için örtülü ödenekten aktarılan havuz hesabımızdır. İhtiyaç halinde buradan doğrudan para çekebileceksiniz. Yani seçime kadar kaynağımız sınırsız.” dedi. Bu son sözleri duyan Mehmet’in yüzü bir kez daha güldü ve “Organizasyon masrafları dışında bu parayı adam satın almada da kullanabilir miyiz yani?” diye sordu. Fahri bey “Zaten organizasyonları başsavcılar yerel imkanlarla finanse edecekler. Kenan bey ile birlikte bu parayı gereken istikamette harcamakta tam yetkilisiniz. Faturalandırmaya gerek yok. Babanız kral olsa bu kıyağı size çekmezdi değil mi?” dedi. Mehmet bey “Aynen öyle efendim. İnanın motivasyonum şu an tavan yaptı. Hedefe kilitlenmiş güdümlü bir mermi gibiyim. Siz ‘tamam yeter’ diyene kadar vazifeye devam!“ dedi.

Fahri bey, “Yargıda Birlik Platformu’nun ilk toplantısı bizim için çok önemli. Çok görkemli olmalı, binlerce kişi katılmalı. Havuz medyamız başta olmak üzere pek çok  basın organı oraya yönlendirilecek. Köpürterek haberler yapılmasını sağlayacağız. Adaylarımız bu toplantılara eksiksiz katılmalı, kendilerini tanıtmalı ve amaçlarımızı kararlı bir şekilde anlatmalılar. Kitleleri iyi yönetmek suretiyle toplantı sonunda kalabalıktan toplu destek sözü alınmaya çalışılmalı.” dedi. Mehmet bey “Efendim stratejimize muvafık şekilde taktikler belirlemenize ve yüksek planlama kabiliyetinize hayranım.” diyerek takdirini dile getirdi.

Fahri bey hafifçe tebessüm ederek, “Meslek hayatımın yarısı kürsülerde geçtiyse diğer yarısı da devletin karanlık dehlizlerinde bu işleri öğrenip uygulamakla geçti. Neyse Mehmetcim, çok uzatmadan konumuza dönelim. Adayların sevk ve idaresinden bizzat sen sorumlusun, aralarında bir problem çıkmasını istemiyorum. Bir sorun iletecekseniz de, yanıma muhtemel çözümlerle gelin. Eksik bıraktığımız veya anlaşılmayan bir şey yoksa görüşmeye son verebiliriz. Bu görüşmeyi yaptığımı da beyefendiye sözlü olarak rapor edeceğim. Ekleyeceğin bir şey var mı?” diye sordu. Mehmet bey, “Ekleyeceğim başka bir husus yok sayın müsteşarım. Beyefendiye saygılarımı ve sağlığına duacı olduğumu iletilirseniz minnettar olurum. Hoşçakalın.” dedi.

Karşı taraf telefonunu kapattıktan sonra, Mehmet bey, cep telefonuna daha önceden ayarladığı kayıt aplikasyonunu sonlardırdı ve “Burası Türkiye, her an her şey değişebilir. Ben de kendimi güvenceye almak zorundayım Fahri bey. Kusura bakma!” diye mırıldandı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/feed/ 0
What Is The Difference Between Justice Unity Association and Ku Klux Klan https://hukukpenceresi.com/what-is-the-difference-between-justice-unity-association-and-ku-klux-klan-2/ https://hukukpenceresi.com/what-is-the-difference-between-justice-unity-association-and-ku-klux-klan-2/#respond Mon, 24 Jan 2022 19:07:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/what-is-the-difference-between-justice-unity-association-and-ku-klux-klan-2/ Justice Unity Platform/Association (YBP/YBD) is the “Ku Klux Klan” (KKK) organization of this age. The KKK organization, which was founded in the United States in the 19th century on “anti-Black people”, resurrected 150 years later in our country under the name of YBD, under the name of “Anti-Gülen Movement”. YBD is much more powerful and […]

What Is The Difference Between Justice Unity Association and Ku Klux Klan yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Justice Unity Platform/Association (YBP/YBD) is the “Ku Klux Klan” (KKK) organization of this age. The KKK organization, which was founded in the United States in the 19th century on “anti-Black people”, resurrected 150 years later in our country under the name of YBD, under the name of “Anti-Gülen Movement”.

YBD is much more powerful and dangerous than the KKK because it acts under the control of the government and uses the judicial power. Everyone who took an active role in the establishment and activities of this structure has clearly confessed this.

The Minister of Justice at the time, Bekir Bozdağ, openly admitted that the YBP was founded by the government and that they were carrying out activities against the Gülen Movement.

Former Ankara Chief Prosecutor Harun Kodalak, in his statement in the 9th CD of the Court of Cassation, declared that YBP was established under the coordination of the Ministry of Justice. Abdullah Yaman, a member of the Supreme Court of Appeals, who attended the first meetings at this stage, wrote in his social media account that:

They laid the foundations of the first serious fight against “the Community” with the Movement for Unity in the Judiciary, which started with the meetings organized by Kenan İpek, the Undersecretary of the Ministry of Justice.

YBP, which started its activities with secret meetings under the coordination of the Ministry, held its first meeting with broad participation on 19.4.2014 in Konya. The meeting, attended by nearly 300 judges and prosecutors and it was covered in the press with the title “New alliance against the community in the judiciary”.

The founding members of YBP, Deputy Undersecretaries of the Ministry of Justice (now the both are the members of the Constitutional Court) Selahaddin Menteş and Basri Bağcı, and many bureaucrats from the HSYK, which was reshaped with the intervention of the government after 17-25 December, also attended the meeting.

Pro-government newspapers covered the meeting with the headline “Rebellion to parallel structure brought by the Unity in the Judiciary Platform”; and announced it as “The Judges and prosecutors who have Alevi sensitivity and are known for their idealist and social democrat stances came together and said ‘stop’ to the parallel structure.

The meetings continued on the following dates. No one was invited to these meetings, except for those who were identified by the filing methods as “members of the judiciary who love their state and nation” (Harun Kodalak’s statement in the 9th CD of the Supreme Court is also in this direction).

Thus, those who did not take part in the YBP and did not support were accused of hostility towards the homeland and nation, and pressure was put on judges and prosecutors by appealing to their national feelings. It was said that the only solution was YBP, saying “the gravity of the situation”, “we are aware of the danger”, “it is a national issue”.

YBP representatives also met with then Prime Minister Ahmet Davutoğlu (3.9.2014) in addition to ministry bureaucrats. YBP spokesperson Abbas Özden announced after the meeting that “the parallel structure within the state was evaluated at the meeting”.

In the negotiations, the government made many promises that could be realized by law, such as salary increase and registry amnesty to YBP members. Minister Bozdag announced the draft law on such matters on 9 September 2014 and emphasized the “Fight  against parallel structure” and pointed to the YBP for the election to be held on 12 October.

YBP Spokesperson Abbas Özden said in an interview, “We believed that this structure should also be dealth with. It is very important to be able to act together against this structure.” By this he confessed that the YBP was a union formed to fight the Gülen Movement.

Ozden, when  he was  asked what would happen if they lost the election, he said, “No state can allow such a structure, we want it to be resolved through democratic means.” He replied as such, implying that “if we do not win the elections, the state will do what is necessary”.

In a statement 18 days later, AKP member Mahir Ünal clarified Abbas Özden’s words by saying that if the government-backed YBP loses in the HSYK elections, they will not recognize the result. As you can see, the government and the YBP were in a unity of discourse/action.

The government provided all kinds of support to the YBP. The arrangements such as salary increase and registry amnesty promised by the YBP in agreement with the government were carried out throught the laws enacted by the government. Agreement with the government, given  promises and their realization are clear evidences of the  Government-YBP relationship.

Emin Pazarcı, the columnist of the newspaper Aksam stated that “the first national unity against the Gülen Movement took place in the Ministry of Justice, and its nationalists, conservatives, leftists, social democrats, Alevis and Sunnis came together under the name of YBP years ago”.

Dilek Güngör the columnist of Sabah newspaper wrote that conservatives, social democrats and nationalists united and established YBP “to clean up” the Gülen Movement. Other pro-government journalists have many similar articles.

In a number of massacres and murders that took place in the recent past, the enemies who killed and get killed, came together under the roof of YBP with the initiative and support of the government, in order to “fight against the Gülen Movement”.

And here is the twitter message of Kenan İpek, the Undersecretary and member of the 1st Department of the HSYK:

All these show that the common goal of the AKP government and the HSYK and judicial units, which were redesigned with the intervention of the government, is to “fight against the Gülen Movement”.

Erdoğan, after 17-25 December, in order get the judiciary on his own side  and use it against the Gülen Movement, which he openly targeted with words such as “Those who are in this organization must pay the price from A to Z.”; “They will either accept the existence of this state or they will perish”.

Made calls with words such as “How long will the judiciary remain silent about this?”, “You collapse the representatives of this parallel structure with your courage.”, “We expect support from all patriotic members of the judiciary to clear this up, we expect action.”

The members of the judiciary gathered under the umbrella of the YBP did not leave these calls unresponded and said, “As our association and all the judges and prosecutors who created our association, we stand by our state against terrorism, we stand by our security forces.”

Many evidences such as the ones explained above show that the YBP (YBD) was organized and supported by the government with the aim of “fighting the Gülen Movement, cleaning it up, making it pay, punishing and destroying it”

All these indicate that the judges and prosecutors of the YBD did not act independently, that they were working in harmony with the executive within the scope of the planned and systematic genocide carried out under the name of the “war for independence” by the government, and that they were “on the side of the state” in this regard,

It shows that this is their purpose and first priority of coming together under the roof of YBD. Those whose aim is”battle”, who wage war against a part of the society together with the government, and who call more than 1.5 million people terrorists in this context.

It would not be possible to mention about  the impartiality of the members of the judiciary, who do not observe basic human rights and freedoms and do not apply the universal laws and international court decisions to which they are bound by conventions, and moreover, that these people have the qualifications for being judges and prosecutors.

Punishing 1.5 million people for their legal and routine activities without any concrete action constituting a crime, arresting more than a hundred thousand innocent people including pregnant women, confiscating their properties, abducting people.

This biased and belligerent “Ku Klux Klan” (YBD) organization in the judiciary is primarily responsible for the persecution and genocide that led to months of torture, the suicide of Bahadırs, deaths from torture or illness in prison, and many other human right violations.

It is inevitable that the members of the judiciary, who organized under the umbrella of YBD and caused this persecution and genocide by signing unlawful decisions, will be tried in the future for crimes against humanity and genocide, together with the members of the government they work with.

What Is The Difference Between Justice Unity Association and Ku Klux Klan yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/what-is-the-difference-between-justice-unity-association-and-ku-klux-klan-2/feed/ 0
HUKUKUN NAMUSU https://hukukpenceresi.com/hukukun-namusu/ https://hukukpenceresi.com/hukukun-namusu/#respond Sat, 13 Mar 2021 11:27:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/hukukun-namusu/ Hukuk ile onun haysiyet ve şerefini koruma sorumluluğu hâkime aittir. Bu mesuliyetini gereği gibi yerine getirebilmesi için hâkim, hukuk tarafından yeterli ve gerekli teminatlar ve yetkilerle donatılmıştır. Belirli bir sorumluluk altında bulunan ve buna paralel yetkileri kuşanan birisinin, yükümlülüklerine uygun davranmaması haysiyetsizliktir. Hâkim yapması gerekenleri yapmama veya asgarisiyle yetinme lüksüne sahip değildir. Hukuka yapılan saldırılara […]

HUKUKUN NAMUSU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hukuk ile onun haysiyet ve şerefini koruma sorumluluğu hâkime aittir. Bu mesuliyetini gereği gibi yerine getirebilmesi için hâkim, hukuk tarafından yeterli ve gerekli teminatlar ve yetkilerle donatılmıştır.

Belirli bir sorumluluk altında bulunan ve buna paralel yetkileri kuşanan birisinin, yükümlülüklerine uygun davranmaması haysiyetsizliktir.

Hâkim yapması gerekenleri yapmama veya asgarisiyle yetinme lüksüne sahip değildir. Hukuka yapılan saldırılara kaynaklık etmesi düşünülemeyecek hâkimin, dış kaynaklı olan saldırıları da sinesine çekmesi tahayyül edilemez.

Hâkimin, hukuka yapılan saldırılara usulüne uygun olarak isyan etmesi yeterli olmayıp, hukukun sağladığı meşru vasıtaları kullanarak saldırıları bertaraf etmeye çalışması gerekir. Böylesi durumlarda isyan, gösterilecek tepkinin asgari seviyesi, yani insan olmanın aşağı sınırıdır. Hâkim, ortalama bir insan tepkisinin ötesine geçerek sahip olduğu yetkilerini saldırının kaynağı olan iktidar ya da güç sahibi kişi ve odaklara karşı kullanma cesaretini gösterip bunun mücadelesini vermelidir.

Hâkim, hukuka yapılan her saldırının, esasında sahip olduğu yetkilere doğrudan veya dolaylı bir hücum anlamına geldiğinin ayırdında olmalıdır.

Hukuk yoktan var edilen, bir anda oluşturulan bir mefhum değildir. O, tarihi süreç içerisinde, yorucu ve yıpratıcı mücadeleler neticesinde, beşeri ve toplumsal ihtiyaçlara çözüm üretmek üzere oluşturulmuş ilkeler bütünüdür. Onu var eden insanın kendisidir. Var edilmesindeki temel gaye, insanın ve onun oluşturduğu değer ve kurumların aşkın menfaatini koruma ve devam ettirmedir. Bu nedenledir ki hukukun amacı ve varlık nedeni, şekli olarak varlığını borçlu olduğu bireyin üzerinde bir yerde konumlanmasını lüzumlu kılar. Toplum düzeni içerisindeki konumu nedeniyle hâkim, hukukun bu üstün niteliğini özümseyerek düşünce, eylem ve söylemlerini şekillendirmelidir.

Değişen toplum ve birey ihtiyaçlarının bir gereği olarak hukuk bünyesinde, kendisine olumlu katkı sağlayarak geliştirmesi adına yoruma açık canlı kavramlar barındırır ve hakimin maharetli ellerine sunar. Yaşayan bir organizma olduğu varsayılan hukukun, zamana karşı hayatiyetini devam ettirebilmesi için süreklilik arzeden bir beslenmeye ihtiyacı vardır. Hukukun en önemli besin kaynağı hâkimin akıl ve vicdanı ile haysiyet ve onurudur. Hâkim, bu vazifesini ifa etmek için emek sarf etmeli, özen göstermelidir.

Vazifesi çerçevesinde hâkim tarafından ortaya konulan her çalışma “hukukî” olarak nitelendirilemez. Açıkça hukuka ve kanuna aykırı olan, genelin yararından ziyade kendisinin veya içerisinde bulunduğu bir grubun menfaatini önceleyen, kaynağında kişisel hırsların, düşmanlıkların veya başkaca aidiyetlerin bulunduğu, somut bir veriye dayanmayan söylem, eylem ve kararlar, kaynağı ne olursa olsun “hukukî” olarak vasıflandırılamazlar. Böylesi fillerin, hâkim veya başkalarınca hukukî oldukları kabul edilip, yasal sonuçlar doğurabilecekleri iddia edilebilir. Bu tür bir kanaat, sahibinin fantezisinden ibaret kalmaya mahkûmdur. Belirli bir zaman diliminde, bu çeşit işlem ve kararlardan menfaat beklentisi içinde olanlar, hukukî olmayan bu kararların cebri olarak hayata geçirilmesini sağlayabilirler. Ancak bir kararın şeklen uygulanması, ondan zorla sonuç elde edilmesi, zorbalığı ya da hukuksuzluğu ortadan kaldırmaz. Hukuk âleminde “yok” olmaya mahkûm olan bir kararın, bu niteliğinin o an için tespit edilmemiş olması, yok olan bir durumu “var” etmez. Bir Latin atasözünde denildiği gibi; “hukuk uyur, ancak asla ölmez”.

Bir kişi hakkında cezaî bir soruşturma başlatılabilmesi için somut bilgi ve bulgulara dayalı bir “şüphenin” bulunması gerekir. Bu şüphenin derecesine bağlı olarak kişi gözaltına alınabilir, tutuklanabilir veya hakkında başkaca tedbirler uygulanabilir. Toplanan veriler mahkûmiyete yeterli kabul edildiği takdirde kamu davası açılarak bu kişinin yargılanması sağlanabilir. Hukuken kabul edilebilir tek bir delil olmamasına rağmen, iktidarı kullanan kişi ve grupların menfaatleri ve istekleri doğrultusunda talimatla soruşturma başlatılıp çeşitli tedbirlere başvurulması yapılanları “hukukî” kılmaz. Yargı sistemindeki kişi ve kurumlarca ortaya konulan böylesi davranışların, kimi güç ve iktidar gruplarının şımarıklıklarını, keyfiliklerini, yolsuzluklarını, daha geniş ifadeyle hukuksuzluklarını gizleyen bir tür “perde” olduğu söylenebilir. Böylesi bir gösteriye isteyerek katılan, buna sessiz kalan, bunu sineye çeken hâkimlerin “hukukçu” oldukları iddiası, hukuka ve gerçek hukuk adamlarına en büyük hakarettir.  “Sirk soytarısı” olmayı hak eden böylesi kişilerin, yargı sahnesinde yer alması mümkün olmamalıdır.

“Hukuk bezirgânı”, “hukuk dolandırıcısı” vb. gibi isimleri hak eden birçok kişinin, güzel ülkemin hukuk sisteminde var olduğu, içimizi acıtsa da, bir gerçektir. Hukukumuzun hak ettiği itibarını, kaybettiği “namusunu” tekrar elde edebilmesi, bünyesinde var olan şarlatanlardan kendisini temizlemesine ve hak edenleri istihdam etmesine bağlıdır.

HUKUKUN NAMUSU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hukukun-namusu/feed/ 0
Hâkimin Siyaseti Adalete İhanetidir https://hukukpenceresi.com/hakimin-siyaseti-adalete-ihanetidir/ https://hukukpenceresi.com/hakimin-siyaseti-adalete-ihanetidir/#respond Fri, 18 Sep 2020 23:05:21 +0000 https://hukukpenceresi.com/hakimin-siyaseti-adalete-ihanetidir/ Hukukçu olma erdemi peşinde koşmayan, bu şerefi yegâne makam olarak telakki etmeyen, görevinin yüklediği sorumlulukların idrakinde olmayan bir hâkim, adliye içinde kendini yabancı hisseder, orayı kendi evi ve mülkü gibi görmez. Sürekli bir korku ve endişe duygusu içinde kıvranır durur; tedirgindir. Varlığını ikame ve idame ettirmek adına, kendini yaratan ilke ve değerlere sıkıca sarılmak yerine, […]

Hâkimin Siyaseti Adalete İhanetidir yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Hukukçu olma erdemi peşinde koşmayan, bu şerefi yegâne makam olarak telakki etmeyen, görevinin yüklediği sorumlulukların idrakinde olmayan bir hâkim, adliye içinde kendini yabancı hisseder, orayı kendi evi ve mülkü gibi görmez. Sürekli bir korku ve endişe duygusu içinde kıvranır durur; tedirgindir. Varlığını ikame ve idame ettirmek adına, kendini yaratan ilke ve değerlere sıkıca sarılmak yerine, gözünü dışarılarda gezdirir, gönül kapısını başka duygu ve düşüncelere açar. Böyle bir ruh ve bedene sahip bünyede “Adalet Tanrıçası’nın” ilanihaye kalacağını düşünmek safdillik olur. Zira O, ilahi aşkı temsil eder; kendine şirk koşulduğunda, ikinci plana itildiğini anladığı anda, barındığı bünyeyi sessizce terkedir. Adalet Tanrıçası’nın terk ettiği kalp ve ruh sahibi bir hâkim ölüdür artık; görevde bulunduğu sürece yapacağı tek şey canlı taklidi yapmak, rol kesmektir.

Ne kadar gerçekçi gözükürse gözüksün izleyiciler, sahnede (kürsüde) bulunan kişinin “gerçek” bir hâkim olmadığını bilir; ancak konumları icabı ve ortam gereği onlarda bu oyuna dâhil olup kendi rollerini oynarlar ve taklitçi hâkimi kerhen alkışlamak zorunda kalırlar.

Gönlü ve gözü adliye dışında olan hâkimin, hukukçu kimliğinin ve kişiliğinin zarar görmesi mukadderdir.

Gerçek bir hukukçu olmayı gaye edinen bir hâkimin tek amacı vardır: adaletle hükmetmek. Adaleti tesis, hâkimin varlık nedeni ve gelecekte var olmasının da teminatıdır. Sahip olduğu olanakları ve yetkileri, bu yolda yürüyen hâkimin tek dostu olduğu gibi, bunlar aynı zamanda onun en azılı düşmanlarıdır. Şekerin bal arılarını kendisine çekmesi misali, hâkimin sahip olduğu iktidar da adliye dışında kümelenmiş adalete düşman kişi ve grupları kendisine çeker. Bunlar sürekli olarak adliyenin etrafında pervane gibi döner ve içerisine nüfuz etme olanaklarını gözetlerler. Bunun için her daim açık kapı veya pencerenin olup olmadığını araştırırlar. Sistemi ve kurgusu nedeniyle adliyenin kapı ve pencere kilitlerinin dışarıdan açılması olanaksızdır. Adliye içerisine nüfuz etmenin tek yolu kilitlerin içeriden açılmasıdır.

Adliye içinde güvenli bir hayat süren; orada değerli, özel ve güzel olan hâkime ulaşmak, ona dokunmak, var olan zenginlik ve değerlerinden faydalanmak iki ihtimalde mümkündür: hâkim ya anahtarı ile kapısını açarak dışardakileri içeri alacak, ya da kendisi adliye dışına çıkarak başkalarına katılacaktır. Her iki durumun da ortak neticeleri, hâkimin büyüsünün bozulması, elinde tuttuğu adalet terazisinin dengesini yitirmesi, “tanrısal” bir pozisyonda bulunan hâkimin insanileşmesi, yani zaaf ve eksiklikleriyle fanileşmesidir.

Hâkim, kendini adliyeye zincirlemiş, kapı ve pencerelerini dış dünyaya kilitlemiş, anahtarları elinde, cübbesine sarılmış gönüllü bir mahkûmdur. Hâkim, Adalet Tanrıçasının kulu, kölesi ve hizmetkârı; bu Tanrı’nın yeryüzündeki tecellisi, varlığının insanlar nezdindeki biricik delilidir.

Hâkime ulaşmak için adliyeye girmek ve/ya onu adliye dışına çıkarmak isteyenler, ona türlü türlü vaatte bulunup onu etkilemeye, kandırmaya gayret ederler. Bu yöntem işe yaramadığı takdirde, korkutmaya, ürkütmeye veya endişeye sevk etmeye yönelirler. Bu kişiler, hâkimin her eylem ve söyleminde onu ele geçirecek açıklık bulmaya çalışırlar. Hâkimin tespit edilen her yanlışı ve zaafı, kötü niyetlilerce adliye surlarında oluşturulan bir deliktir adeta. Oradan saldırarak zapt etmeye çalışırlar “adalet kalesini”; esir ederler bekçisi olan hâkimini.

Hâkimin siyaseti, adalete karşı yapacağı en ağır ihanetidir. Doğrudan veya dolaylı olarak siyasete temas bir hâkimi başkalaştırır, dönüştürür. Siyaset, onun vicdan aynasını kirletir veya görüntü odak noktasını etkiler. Siyasete bulaşan hâkimin vicdan aynası ya gerçekleri olduğu gibi tam ve eksiksiz şekilde göstermez, ya da olduğundan farklı aksettirir. Her iki ihtimal de gerçek zarar görür; ilkinde yaralanır, ikincisinde ise can verir.

Siyasetin S’sinden bile bihaber olması gereken hâkimin, böylesi bir alçalış ve kaybının temelinde onun bir tür cehaleti yatar. Mutsuzluğu, huzursuzluğu, tedirginliği, iç sıkıntısı cehaletten kaynaklı ihanetinin sadece cüzi bir gelir vergisidir. Kalabalıkların, siyaset uğraşısı nedeniyle alkışladığı hâkim, ne kadar sefil olduğunun farkında değildir. Kalabalıktan yükselen her alkış hâkimin ölüm fermanı, her ses ise bu fermanın ilanıdır.

Hâkimin Siyaseti Adalete İhanetidir yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hakimin-siyaseti-adalete-ihanetidir/feed/ 0
YARGININ “ÜÇ HAL YASASI” https://hukukpenceresi.com/yarginin-uc-hal-yasasi-2/ https://hukukpenceresi.com/yarginin-uc-hal-yasasi-2/#respond Sun, 09 Aug 2020 09:48:30 +0000 https://hukukpenceresi.com/yarginin-uc-hal-yasasi-2/ Yargının “Üç Hal” Yasası Fransız sosyolog Augoste Comte’un bilimin gelişimini üç aşamada tamamlayacağını savunduğu görüşüne, bilimin “üç hal yasası” adı verilir. Bunlar sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitivist safhalardır. Comte’ye göre ilk safha olan teolojik aşamada tüm olaylar tanrısal güçlerle açıklanır. Her bilim böylesi bir aşamadan geçmiştir. Metafizik evrede ise meseleler soyut güçlerle izah edilmeye başlanmıştır. […]

YARGININ “ÜÇ HAL YASASI” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Yargının “Üç Hal” Yasası

Fransız sosyolog Augoste Comte’un bilimin gelişimini üç aşamada tamamlayacağını savunduğu görüşüne, bilimin “üç hal yasası” adı verilir. Bunlar sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitivist safhalardır. Comte’ye göre ilk safha olan teolojik aşamada tüm olaylar tanrısal güçlerle açıklanır. Her bilim böylesi bir aşamadan geçmiştir. Metafizik evrede ise meseleler soyut güçlerle izah edilmeye başlanmıştır. Olaylar genel, belirsiz ve saf entelektüel izahlara dayanılarak temellendirilir ve yine bu bağlamda tespitler ve çözümler önerilir. Üçüncü ve nihai aşama olan pozitivist dönem, olayların sebep-sonuç zemininde aralarındaki ilişki ve yasalar tespit edilerek izah edilip ortaya konduğu evredir. Düşünüre göre sosyal bilimler hâlihazırda teolojik veya metafizik seviyede olup, henüz pozitivist döneme erişememişlerdir.

Comte’un bu yaklaşımından esinlenerek, yargı sistemimizi “üç hal yasası” çerçevesinde tartmak ve yargımızın hangi dönemde bulunduğuna dair değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.

Yargı sistemleri Batı’da, 1789 Fransız Devrimi ile “teolojik dönemin” surlarını yıkmış ve “metafizik” aşamaya geçerek, eskinin temelleri üzerine, temel hak ve özgürlükleri güce ve keyfiliğe karşı güvence altına alan, tüm kurumları ile devleti bu amaç doğrultusunda organize eden, verilen yetki ile doğru orantılı şekilde sahiplerine dünyevi mesuliyet yükleyip bunun hesabını sorabilen bir hukuk külliyatı/kültürü ihdas edebilmiştir.

Hukukun “ölümlü tanrıları” olan insanlar, kelimelerle formüle edip tanımlarıyla olgunlaştırdıkları soyut kavramlarla ve istikrarlı uygulamalarıyla “metafizik” hukuku yaratmışlardır. Uluslararası hukuk metinleri, hukuk teorileri, AİHM gibi yargı birimlerince üretilen kavram ve kurumlar ile genel olarak kabul gören hukukun ilke ve usulleri hukukun geldiği seviyeyi gösteren önemli deliller ve belirtilerdir. Comte’un tasvir ve idealize ettiği şekliyle günümüz hukukunun metafizik seviyede önemli aşamalar kaydettiği, kimi “pozitivist” gereklilikleri karşıladığı iddia edilebilirse de, “pozitivist” döneme tamamen eriştiği söylenemez. Mahiyeti itibariyle hukuk biliminin “pozitivist” seviyeye ulaşması mümkün olmayan bir idealdir.

Türk hukuk öğreti ve uygulaması şeklen “pozitivist” seviyeyi çoktan aşmış görünmekle beraber, fiilen “teolojik” aşamaya dahi erişememiş, keyfiliğin hüküm sürdüğü, güce göre şekillenen, kişi ve gruplara göre algılanış ve uygulaması tamamen değişen, “anarşik” bir hal arzetmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, temel dayanaklarını şeri hukukta bulan, tali kısımlarını ise örfi hukuk ile tamamlayan yargı sistemimiz, son iki asırda yapılan inkılap ve devrimlerle, daha iyisinin yapılacağı öngörüsü ya da bahanesiyle, önce “ilahi” kökenlerinden koparılarak laikleştirilip “dünyevileştirilmiş”, daha sonrasında iktidarı elde eden her grup kendi ideolojisine göre yargıya şekil ve yön verme gayretine girmiş, bunu yaparken herhangi bir ayrım yapmaksızın geçmişe dair yargının bütün teamüllerini, içtihatlarını ve kavramlarını ya yıkmış, ya fiilen uygulamamış veya içlerini tamamen boşaltarak etkisizleştirmiştir. Yapılan bu yıkım hukuk adamlarının gözü önünde, onlardan destek alarak, onların meşrulaştırıcı fikirleri eşliğinde ve çoğu kez bizatihi hukukçular eliyle yapılmıştır. Bu imha hareketleri, zamanın sivil toplum örgütleri tarafından adeta bir bayram havası eşliğinde alkışlanıp kutsanmış, yaşanan bu şölen havası yazılı, görsel veya sesli medya organları eliyle tüm hanelere yaygınlaştırılmış ve onlarla paylaşılmıştır.

Yargımız, bilimlerin ve dolaylı olarak insanların “ilkel dönemlerini” anımsatır tarzda “kaotik” bir seviyeyi tecrübe etmektedir. Son iki yüzyıldır yaptığı hamlelerle Türk yargısı zamanda ileriye değil, insanlık tarihinin başlangıç noktasına, yani geriye doğru üzücü ve telafisi zor bir mesafe almıştır. Uygulayıcılarının söz ve eylemlerinde, mahkeme kararlarında, akademisyenlerinin demagojiden ileri gitmeyen fikirlerinde vücut bulup görünür hale gelen “hukuk seviyesi” içler acısıdır.

Hâlihazırdaki hukukumuzun temelinde ne “tanrı” kaynaklı vahiyler ve ne de akla, mantığa ve vicdana dayalı “insani” ilkeler vardır. Temellerinde kin, düşmanlık, nefret, öç alma gibi “ilkel” hırslar yatmaktadır. Bu duyguların egemen olduğu bir ortamda haktan, hukuktan ve adaletten bahsedilemez. Yargımızın ve temsilcilerinin yegâne amacı hayatta kalmak, kendileri dışındaki her şeye ve değere husumet beslemek, içindekileri ile birlikte tüm dünyayı sahiplenmek ve kendilerine hizmetkâr kılmaktır. Bir bütün olarak yargı sistemi ile hukuki kural ve kaideler böylesi bir hedefe ulaşmak için kullanılan adiyattan “araçlar” seviyesine indirgenmiştir.

Hukukun teolojik dönemi kaynağında tek bir “tanrı” vardı. Semavi dinlerin tanrısı ortaktı ve kaynakları temel konularda benzer vahiylere dayanmaktaydı. Bu aşamayı tecrübe eden yargı sistemimizin de kaynakları bir seviyede öngörülebilir idi. Yargımız sahip olduğu bu aşamayı dahi yitireli çok oldu. Yargımızın güncel yaşamında, siyasiler ve onların temsil ettiği ideolojiler sayısınca “tanrıları” var artık. Her tanrının “vahiyleri” birbirine zıt ve düşman.

Nevzuhur yerli ve milli yargı sistemimiz, iktidarda bulunan ideolojinin etkisiyle “muhafazakâr” refleksler sergilemektedir. Meri mevzuatı uygular gözüken günümüz hâkimleri kararlarını, benliklerinin derinliklerinde gizli “İslamî” ilkeler ile uyumlu şekilde verme yarışındalar. Laik hukuk sistemi içerisinde “şeri hukuka” hayat verme gayreti içerisinde bulunan “becerikli hukukçularımız”, yürürlükte bulunan kanun maddelerinin kendi “ideolojik” menfaatlerine ters düşen kısımlarını gözardı etmekte bir sakınca görmeyip maslahata uygun bir yol izleyerek takiyye yapmaktadırlar.

Bu haliyle yargımız “metafizik hukuk” görünümlü, bünyesinde zaman zaman “teolojik” hukuku var etmeye çalışan, ikisi arasında geliş-gidişler yaşayan, ancak bunu “ilahi” bir gaye adına değil, “beşeri” hırslar uğruna icra eden, çift karakterli, hakiki kişiliği ve karakteri olmayan, anlık gelişmelerin girdabında sürekli sağa-sola savrulan, takip ettiği bir çizgisi ve geçmişten getirdiği zihni birikimi bulunmayan, sahtekâr ve riyakâr bir şahsiyeti andırmaktadır.

Yargımızın “pozitivist” aşamaya gelebilmesi için, teolojik ve metafizik aşamaları tecrübe etmesine gerek yoktur; yazılı mevzuatında yer verdiği, uluslararası antlaşmalarla taahhüt altına girdiği, hukuk doktrininde tekrarlanan, insanlığın ortak mirası olan ilke ve usulleri hayata geçirmeyi kendine amaç edinmesi, bu hedefe ulaşmaya azmetmesi ve bunun için istikrarlı şekilde yürümesi yeterlidir. Bu gayeyi hedef edinen hukuk işçileri, şahsi, ideolojik, inançsal ya da grupsal tüm önceliklerini adliye dışında bırakmalı, tüm hırslarından kendilerini soyutlamaya söz verip bu uğurda gayret göstermelidir.

YARGININ “ÜÇ HAL YASASI” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/yarginin-uc-hal-yasasi-2/feed/ 0
Dostun İhaneti ve Avluda Yeşeren Umut https://hukukpenceresi.com/dostun-ihaneti-ve-avluda-yeseren-umut/ https://hukukpenceresi.com/dostun-ihaneti-ve-avluda-yeseren-umut/#respond Sat, 25 Apr 2020 12:42:11 +0000 https://hukukpenceresi.com/dostun-ihaneti-ve-avluda-yeseren-umut/ Lanetli ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Varlığımıza zemin yaptığımız ilke, değer ve kişiler altımızdan kayıyor tek tek. Her biri sonrasında boynumuza takılı yağlı ilmek biraz daha sıkıyor boğazımızı. Nefes almakta güçlük çekiyor, boğuluyoruz yavaş yavaş. Darağacımızın altı derin, dipsiz, karanlık bir kuyu. Yusuf misali, kurtarılacağımız anı bekleyeceğimiz zemine düşüyoruz. Varacağımız yer dikensiz bir gül bahçesi mi olacak? […]

Dostun İhaneti ve Avluda Yeşeren Umut yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Lanetli ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Varlığımıza zemin yaptığımız ilke, değer ve kişiler altımızdan kayıyor tek tek. Her biri sonrasında boynumuza takılı yağlı ilmek biraz daha sıkıyor boğazımızı. Nefes almakta güçlük çekiyor, boğuluyoruz yavaş yavaş.

Darağacımızın altı derin, dipsiz, karanlık bir kuyu. Yusuf misali, kurtarılacağımız anı bekleyeceğimiz zemine düşüyoruz. Varacağımız yer dikensiz bir gül bahçesi mi olacak? Kim bilir! İthamlar, iftiralar ve sürgünler, cennetinden kovulduğumuz dünyanın, iyilerine mutat muamelesi değil mi?

Suçluyuz!

Günahkârız!

Acılarına göz yumup, sırtımızı döndüğümüz hayatların vebali var omuzlarımızda. Istırabı seyir, ona neden olmaktan daha mı hafif bir cürüm?

Vicdanlarımız, masumların pıhtılaşmış kanlarıyla lekeli.

Ruhlarımız kirlimi kirli; her biri katran karası.

Onursuzluğu temizleyecek bir ilaç var mı?

Ne zemzem temizler bizi, ne ab-ı hayat can verir beden ve ruhumuza. Eğer “rahmet” yağmazsa üzerimize.

Zamanın hangi “an”ında yitirdik benliğimizi? Nere pazarında sattık kişiliğimizi? Karakterimizi aşındırarak tanınmaz hale getiren el kimin? Bilemedik.

Giyotinler kurulmuş “dost meclis”lerinde. Her birinin önü kesilen başlarla dolu. Ne ipi çeken “el” farkında cinayetinin, ne de altına yatırılan baş, masumiyetinin.

Etraf karanlık, bir “yığın” insan var; her dilde ayrı bir “lisan”, her bir gönülde farklı bir “aşk”.

Kelimeler anlamını yitirdi; gözden fışkırıp yüze akseden ve ağızlardan kusulan kin ve nefret yüklü duygular zaptetmiş tüm benlikleri.

Akıl ve izan göç edeli çok olmuş bu meclislerden.

Ölümün en acı vereni, Azrail’in, bir dostun hançerini aracı kılarak can almasıdır.

Cellatlarımıza aşinayız. Bakamasalar da yüzümüze, tebessümlerimizle idam edeli çok oldu onları.

Zamanın iksiriyle sarhoş olmuş zihinler. Düşünceler omurgasız. Dengesini yitirmiş şuurlar. Her biri bir “sağ”a, bir “sol”a sendeliyor bilinçsizce. Ne nereden geldiklerine ve neyle mesul olduklarına dair malumatları var; ne de nereye gittiklerine dair sağlam bir pusulaları.

Naralar yankılanıyor sokaklarda, kimse kimseyi dinlemiyor. Tam bir körler-sağırlar karnavalı. Manzara, insanımız adına bir utanç vesikası.

Korsanlar kılavuzluğunda ve haramilerin rehberliğinde nereye bu gidiş?

Onlar vurdular, kanatlarında umutlarımızı taşıyan güvercinleri; onlar çaldılar yıllardır biriktirdiğimiz değerleri.

Oysa, ne güzel umutlar yeşertmiştik gelecek adına; rengarenk hayaller kurmuştuk biz, hepimiz için.

Zamanın çarklarına kapıldı dostluklarımız, sevgimiz, muhabbetimiz; parçalanıp meze oldu her biri, zalimlerin alem sofralarına. Geride ne birbirimize itimadımız kaldı, ne de bizi biz yapan ortak değerlerimiz.

Etraftaki “şeyler”, ardı ardına “hiçbirşey”e evriliyor bir bir.

Rakibin tezgâhtarı olmuş dostlar, pazarlıyorlar yüzyıllık birikimlerimizi yok pahasına.

İhanetler birbiriyle yarışıyor ekranlarda, sayfalarda ve sokakta.

Alçalmanın dibi yok. Herkes daha derine düşmenin yarışında.

Dostlar, içleri bize ait mahrem duygularla dolu kalplerini ve beyinlerini, kendi elleriyle çıkarıp teslim ettiler ortak düşmanımıza.

Yüzlerindeki donukluk bundan, ruhsuzluklarının sebebi bu. Boğazlarından gelen ses nefesten değil; “hırlamaları” can çekişiyor olmalarından. Hakikatte yaşamıyorlar artık.

Zamanın karanlığı boğuyor riyakâr dostlukları; sel misali önüne katıp götürüyor sahte aşkları.

Bu anlarda geçip gidecek, bizlere geride temizlenmiş bir dünya vererek.

Havası puslu memleketin. Sisten, dumandan ve kargaşadan faydalanarak “çakallar” indi aramıza; avlamak için bizleri.

Göz gözü görmüyor sokaklarda. Ne ana-baba tanıyabiliyor evladını, ne de kardeş kardeşi.

Kuduz çakalların ısırıklarıyla zehirlenmiş, ağzından salyalar akıtan “aşina” simalar, diş ve pençeleriyle etlerini parçalama yarışında sevdiklerinin. Kanın ve elde edilen ganimetin hazzı bakışlarından belli. Daha fazlasını istiyorlar ve giderek daha da azgınlaşıyorlar.

Kavram ve kurumlarımız ihanet etti bize; her biri ok oldu, dostun elinden çıkarak saplandı kalplerimize.

Her köşe başına baykuşlar tünemiş, harabelerinde hiç olmadıkları kadar mutlular şimdi.

Gündüzleri de avlanabiliyorlar artık, karanlık mağaralarında asılı yaşamaya mecbur yarasalar.

Damarlarımızda emilecek kan kalmadı. Beyinlerimiz lime lime.

Musalla taşımız önünde sıralanmış halk, “saf” “saf”; tabutun içinde geleceğe dair umutlarının olduğundan habersiz. İmamlarının komutlarıyla tekbir alıyorlar robot misali. Biraz sonra omuzlayacak ve götürüp toprağa gömecekler hayallerini. Sevap niyetine her biri birer kürek toprak atacaklar üzerine ve bir Fatiha okuyacaklar “ruhuna”.

Kimilerinin gözünde gerçeği şüpheli gözyaşı var. Ölene mi ağlıyorlar, yoksa onun saflığına mı? Bilinmez. Belki de yitip giden masumiyetlerine, ya da vicdanlarının çarptırdığı mahkûmiyetlerine.

Söyleyin bana! Kanatlarında umut, uçacak kelebekleri kozasında öldüren hanginiz?

Hangi toprak bağrına alıp saklar bu “ihaneti”; hangisi üzerinde taşıma zilletine katlanır zalimlerin bedenini?

Sonu mutlu bitecek hikâyeler hüzünle başlar.

Masumiyetin hakiki manasıyla vicdanlarda duyumsanıp kabulü için, kimi zaman suçlanması, lekelenmesi, iftiraya ve ihanete muhatap olması gerek.

Beyazlığın daha iyi algılanması, üzerindeki lekelere bağlıdır birazda.

Düştüğümüz kuyuda, özlediğimiz günleri beklerken, duvarlara attığımız çentiklere dokunmak heyecanlandırıyor bizi.

Müddeti belirsiz bir mahpusluktan gün düşülür mü?

Bu telaşın ve sevincin anlamı ne o zaman?

Yoksa ötelerden, ruha ilham edilen mutlu ve kutlu bir haber mi var?

 

Not: Bu yazı 25.11.2018 tarihinde tutsak olarak bulunduğum Silivri Zindanında kaleme alınmıştır.

Dostun İhaneti ve Avluda Yeşeren Umut yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/dostun-ihaneti-ve-avluda-yeseren-umut/feed/ 0
Şeytan Ayrıntıda Gizlenir: İnfaz Yönetmeliği Eliyle Hükümlü ve Tutuklulara Kurulan “Sinsi” Tuzaklar https://hukukpenceresi.com/seytan-ayrintida-gizlenir-infaz-yonetmeligi-eliyle-hukumlu-ve-tutuklulara-kurulan-sinsi-tuzaklar/ https://hukukpenceresi.com/seytan-ayrintida-gizlenir-infaz-yonetmeligi-eliyle-hukumlu-ve-tutuklulara-kurulan-sinsi-tuzaklar/#respond Mon, 30 Mar 2020 23:38:26 +0000 https://hukukpenceresi.com/seytan-ayrintida-gizlenir-infaz-yonetmeligi-eliyle-hukumlu-ve-tutuklulara-kurulan-sinsi-tuzaklar/ 29/03/2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik” ile 20/03/2006 tarih ve 2006/10218 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında “Cez İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük” yürürlükten kaldırılmıştır. Her ne kadar güncelleme şeklinde bir değişiklik olarak görülse de maddelerin ayrıntısına […]

Şeytan Ayrıntıda Gizlenir: İnfaz Yönetmeliği Eliyle Hükümlü ve Tutuklulara Kurulan “Sinsi” Tuzaklar yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
29/03/2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik” ile 20/03/2006 tarih ve 2006/10218 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında “Cez İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük” yürürlükten kaldırılmıştır.

Her ne kadar güncelleme şeklinde bir değişiklik olarak görülse de maddelerin ayrıntısına girildiğinde hükümlü ve tutuklular arasında ayrımcılığa neden olabilecek, savunma hakkını kısmen veya tamamen ortadan kaldırabilecek, avukatların çalışmalarını zorlaştıracak, cezaevi idaresinin keyfi uygulamalarına neden olabilecek maddeler olduğu rahatlıkla görülebilecektir.  

Çalışmamızda sorunlu alanlara dikkat çekerek, bu hususların giderilmesine katkı sağlamayı amaçlıyoruz.

Yazımızda yapılan değişiklikleri madde madde değerlendireceğiz. Açıklamalarımızda yürürlükten kaldırılan Yönetmelik için “eski yönetmelik”, yürürlüğe konan yeni yönetmelik ise “yeni yönetmelik” tabirlerine yer vereceğiz.

1. Eski yönetmeliğin 4. Maddesi şu şekildeydi:

MADDE 4 – (1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır. Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.

 (2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır.

Yeni yönetmelik ile bu hüküm tamamen kaldırılmıştır. Her ne kadar bu hususlar Anayasa ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümlerinde belirtilmiş ise de, yönetmelikte de bu hususun güvence altına alınmış olması değerli bir durum iken yapılan yeni yönetmelikte bu konuda bir hüküm bulunmaması dikkat çekici bir durumdur. Anayasa ve Yasalar genel düzenlemelere yer vererek ayrıntıları tüzük ve yönetmeliklere havale ederler. Genel düzenlemelere Yönetmeliklerde yer verilir, ayrıca yasa sistematiğine ve ruhuna uygun olarak ilave açıklayıcı hükümler eklenir.

Sadece bu düzenleme bile, bu düzenlemeyi yapan “iradenin” amacının hükümlü ve tutukluların ıslahı olmadığı, kendi amacı doğrultusunda “hizaya getirilmek” olduğunu haykırmaktadır. İlerleyen maddelerde bu “sinsi” amacın Yönetmelik hükümlerine nasıl işlendiğini göreceksiniz.

2. Eski yönetmeliğin 5. Maddesi kapsamında infaz rejiminin nasıl uygulanacağı hususunda belirtilen kriterler değiştirilmiş ve eski yönetmelikte belirtilen “insan
onuru, düzenli yaşam, kişilik hakları, beden ve ruh bütünlüğünün korunması”
gibi tüm koruyucu maddeler hükümden kaldırılmıştır. Bu hususta yukarıda

belirtildiği gibi Anayasa ve Kanunlarla güvence altına alınmış olsa dahi bu yönetmelikte bu hususlara neden yer verilmediği ve bu konularda neden değişiklik ihtiyacı duyulduğu, izaha muhtaç bir durumdur.

Eski Yönetmeliğin “iyileştirmede başarı ölçütü” başlıklı 6. Maddesi ((1) Hapis cezalarının infazında iyileştirme amacını güden programların başarısı,
hükümlülerin elde ettikleri yeni tutum ve becerilerle orantılı olarak ölçülür. Bunun için iyileştirme çabalarına yönelik olarak hükümlünün istekli bulunması teşvik edilir. (2) İnfaz, hapis cezasının zararlı etkisini mümkün olduğu ölçüde azaltacak, hükümlünün sağlığını ve kişiliğine olan saygısını korumasını sağlayacak anlayış doğrultusunda düzenlenecek programlar, usûller, araçlarla yerine getirilir.
) hükmü tamamen yürülükten kaldırılmış, keyfi uygulamalara kapı açılmıştır.

Özellikle
2016 yılı ve sonrasında hükümlü ve tutuklu eğitim seviyelerinin inanılmaz
oranda yükselişi hususları göz önünde bulundurulduğunda, bu maddenin konuluş
amacında bir takım suç gruplarının istek ve taleplerinin geri çevrilmesine
bahane ve eğitim seviyesi yüksek tutuklu ve hükümlülerin kişisel, sosyal ve
bilişsel gelişimleri kapsamında yapacakları taleplerin önüne geçilmesi
amaçlanmakta gibi bir görüntü oluşmaktadır.

3. Eski Yönetmeliğin “Ceza İnfaz Kurumları”
başlıklı 7 ila 17. Maddeleri arasında düzenlenen Ceza İnfaz Kurumlarının
yapısı, çeşitleri ve ne şekilde sınıflandırılacağı hususları tamamen
yürürlükten kaldırılmış olup bu hususta konulan Yeni Yönetmelik 5/2. Maddesi
ile “Kurumların, hangi tür olarak kullanılacağı ihtiyaca göre Bakanlık tarafından
belirlenir” hükmü getirilmiştir. Yine Yeni Yönetmelik 5/4. Maddesi ile “Eylem
ve tutumları nedeniyle tehlikeli halde bulunan ve özel gözetim ve denetim
altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bulundukları kurumlarda
düzen ve disiplini bozanlar veya iyileştirme tedbir, araç ve usullerine ısrarla
karşı koyanlar, idare ve gözlem kurulunun kararı ve Bakanlık onayı ile yüksek
güvenlikli kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilirler. Yüksek güvenlikli
kurumlarda kalmakta olup kanun hükümlerine göre etkin pişmanlık hükümlerinden
yararlanan hükümlüler, ceza süresine bakılmaksızın, Bakanlık onayı ile diğer
kurumlarda barındırılabilir
” hükmü getirilerek İdare ve Gözlem Kurulu’na

sınırsız bir yetki verilmiştir.

4. “İç Güvenlik” başlıklı beşinci bölümde “kurumların
iç güvenliği” madde 32/5 hükmü getirilmiştir. Bu maddeye göre “Yüksek
güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları ile diğer kapalı ceza infaz kurumlarının
yüksek güvenlikli bölümlerinde kalan tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak ceza
infaz kurumlarında düzenlenen tutanaklara, ilgili görevlinin açık kimliği
yerine sadece sicil numarası yazılır. Bu kapsamdaki kurum görevlilerinin
ifadesine başvurulması halinde çıkarılan davetiye veya çağrı kâğıdı görevlinin
işyeri adresine tebliğ edilir. Bu kişilere ait ifade ve duruşma tutanaklarında
adres olarak sadece işyeri adresi gösterilir.
” hükmü getirilmiştir.

5. Eski yönetmeliğin 47. Maddesinde
Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezasının infazı konusu ayrıntılı düzenlenmiş
olmasına rağmen, yeni yönetmelikte bu durum 35. Maddede genel ve soyut
ifadelerle geçiştirilmiştir.

6. Eski yönetmeliğin 74, 75, 76.
Maddelerinde “hükümlülerin gözlem ve sınıflandırılması” hükümleri ayrıntılı
olarak düzenlenmişken yeni yönetmelikte bu hususlar 62 ve 63. Maddelerinde
düzenlenmiş Kanuna atıf yapılmış ve bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle
belirleneceği hükme bağlanmıştır.

7. Eski yönetmeliğin 84. Maddesi Avukatlarla
görüşme hakkını düzenlemekteydi. Yeni yönetmeğilin 72. Maddesi ile bir takım
kısıtlamalar getirilmiştir. Bunlar; 1.
Görüşmelerin ancak tatil günleri dışında ve mesai saatleri içerisinde
yapılabilecek olması, 2. Terörle
mücadele adı altında aşağıdaki maddeler yeni getirilmiş olup kararla bu
görüşmelerin kayda geçirilebileceği belirtilmiştir.

  “Madde 72

(2) Hükümlülerin avukat ile görüşmesinde aşağıdaki kurallar uygulanır:

c) Avukat ve noter ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görüşmenin görülebileceği bir biçimde yapılır. 

(3) 5237 sayılı Kanun’un 220 nci maddesinde ve aynı Kanunun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkum olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve talimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hakiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir.

  (4)
İnfaz hakimliği hükümlünün; kurallara uyumunu, toplum veya ceza infaz kurumu
bakımından arz ettiği tehlikeyi ve rehabilitasyon çalışmalarındaki gelişimin
değerlendirerek, kararda belirttiği süreyi üç aydan fazla olmamak üzere
müteaddit defa uzataileceği gibi kısaltmasına veya sonlandırılmasına da karar
verebilir.

  (5)
Üçüncü fıkra kapsamına giren hükümlünün yaptığı görüşmenin, aynı fıkrada
belirtilen amaca yönelik yapıldığının anlaşılması halinde, görüşmeye derhal son
verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan
önce taraflar bu hususta uyarılır.

  (6)
Hükümlü hakkında, beşinci fıkra uyarınca tutanak tutulması halinde, Cumhuriyet
başsavcılığının istemiyle hükümlünün avukatlarıyla görüşmesi infaz hakimince
altı ay süreyle yasaklanabilir. Yasaklama kararı, hükümlüye ve yeni bir avukat
görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir. Cumhuriyet
başsavcılığı baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesini baro
başkanlığından isteyebilir. Bu fıkra hükmüne göre görevlendirilen avukata,
23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uyglama
şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir.

  (7)
İnfaz hakimi tarafından bu madde uyarınca verilen kararlara karşı 16/5/2001
tarihli ve 4675 sayılı İnfaz hakimliği Kanununa göre itiraz edilebilir.

  (8)
Bu madde hükümleri 5275 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin üçüncü fıkrasına göre
yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler ile bu maddenin
üçüncü fıkrasındaki suçlardan hükümlü olup başka bir suçtan dolayı şüpheli veya
sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler hakkında da uygulanır.

  (9)
Tutuklular hakkında bu madde hükümlerine göre karar vermeye soruşturma
aşamasında sulh ceza hakimi, kovuşturma aşamasında mahkeme yetkilidir.

Avukatla görüşme hakkı bu şekilde
kısıtlanmış olup, bu konuda idareye sınırsız bir hak tanınmıştır. İdarenin
tuttuğu tutanak resmi belge niteliğinde olup bunun aksini ispatlamak önceki
düzenlemelerde mümkün değilken şimdi Avukat tüm silahlarından arındırılmış ve
adeta idareye kul edilmiştir.

Çoğu cezaevi şehir dışlarındadır. Yine her
avukatın mesai saatleri içerisinde aşırı bir yoğunluğunun olabileceği bir
realitedir. Avukatların, tutuklu ve hükümlü olan müvekkilleri ile çoğu kez
mesai saatleri dışında veya hafta sonları görüşme yapmayı tercih ettikleri
gözönüne alındığında, böylesi bir düzenleme savunma tarafının önemli bir darbe
almasına neden olacaktır. Cezaevlerinin rutin işleyişleri nedeniyle bir
avukatın müvekkili ile görüşmesi uzun işlemleri gerektirmektedir. Yine cezaevleri
mevcut görüşmeleri de, sayım yapılması veya yemek saatleri gibi nedenlerle
yasal dayanağı olmadığı halde kısıtlamaktadır. Bu haliyle Yönetmelik savunma
hakkının gerekçesiz ve ölçüsüz şekilde zorlaştırılması ve hatta kimi durumlarda
tamamen kısıtlanması anlamına gelecektir.

8. Önceki yönetmeliğin 85, 86, 87.
Maddelerinde “kültür sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü,
kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı”
hususları ayrıntılı olarak düzenlenmişti. Bu husus yeni yönetmeliğin 73.
Maddesinde düzenlenmiş ve 1. Süreli ve süresiz yayınlardan yararlanma hakkı
konusunda bir hüküm getirilmemiş, 2. Diğer hususlarda ise kapsayıcı ve genel
ifadeler yerine muğlak ifadelerle konu geçiştirilmiş, takdire bırakılmıştır. Bu
durumda idarenin sınırsız takdir hakkına bir ekleme daha yapmıştır. Bu şekilde
belli yayın organlarının süreli veya süresiz yayınlarını kuruma kabul edip
etmemede idareye sınırsız bir hak tanımış olmaktadır.

9. Telefon görüşme hakkı ile ilgili
düzenleme getirilen yenilikler:

Hükümlü ve tutukluların telefon görüşme
hakları bağlamında yapılan düzenleme ve yenilikler ile bunların faydalı ve
mahzurlu yönlerine de değinmekte yarar var.

Mevcut hale göre haftada bir kez ve 10
dakika ile sınırlı yalnızca sesli görüşme hakkı tanınmaktaydı.

Bu uygulamada hükümlü ya da tutuklu
idareye bildirdi yakınının numarasını arayarak sadece onun ile görüşme yapabiliyordu.
Telekonfersla aynı anda birden fazla kişiyle bir görüşme yapmak ihlal nedeni
sayılıyordu.

 Ayrıca
tutuklu ya da hükümlü idareye bildirdiği numaralardan yalnızca birini
arayabiliyordu. Muhatap çıkmazsa diğer bildirdiği numarayı arayamıyordu.      

 Şimdi
yeni çıkan yönetmeliğe göre telefonda görüşme hakkına ilişkin bir takım
yenilikler getirilmiş.

Bunları dört başlık altında
toplayabiliriz

1-Şekil yönüyle getirilen yenilik:

Yönetmeliğe göre görüntülü sesli görüşme
yanında görüntülü görüşme hakkı da getirmiş

2-Süre günü ile getirilen yenilik :

Yönetmelik haftalık sesli görüşmeyi 10
dakika olarak belirlerken yeterli sistem ve 
donanımın kurulduğu cezaevlerinde haftada bir yapılacak görüntülü
görüşmeyi 30 dakika olarak belirlemiş. Yani görüntülü görüşme imkanın
sağlandığı ceza infaz kurumlarında tutuklu ve hükümlüler sesli görüşme yerine
30 dakikalık görüntülü görüşme yapabilecekler.

3- Kişi yönü ile getirilen yenilik

Yeni düzenlemeye göre hükümlü yada
tutuklu bir telefon ile bağlantı kurarak telekonferans yoluyla aynı anda birden
fazla kişiyle birlikte görüşme yapabilecek

4- 
Telefonla haftalık ilave görüşme imkanı:

Yönetmeliğe göre hükümlüye de tutuklu
haftalık kapalı görüş hakkını kullanmaması halinde 30 dakikalık bir ilave
telefonla görüşme hakkına sahip olabiliyor. idare bunu üçe bölerek ilgiliye
kullandırıyor idare sesli ya da görüntülü görüştürme yaptırmak hususunda ise
takdir yetkisine sahip.

Yönetmeliğe göre telefon görüşme hakkına
getirilen bu yenilikler üçlü bir ayrıma göre tutuklu :ve hükümlülere
kullandırılacak.

A-Suç ayrımına göre

B- Ceza miktarına göre

C- İdare tarafından tehlikeli hükümlü
sayılıp sayılmamaya göre.

A. Suç ayrımına göre

1. terör örgütü yöneticiliği ve suç
işlemek amacıyla kurulan silahlı örgüt yöneticiliğinden mahkum olanlar: Haftada
bir kez ve sadece 10 dakika ile sınırlı sesli görüşme hakkına sahipler.

2-Terör ve çıkar amaçlı suç örgütü
üyeleri:

Haftalık olarak sesli ya da görüntülü
görüşme hakkına sahipler.ancak kapalı görüş yapamamak nedeniyle yönetmelik
gereği tanınan ilave telefonla görüş hakkından faydalanabilmeleri idare ve
gözlem kurulunun kararına bağlı.

3-Diğer suçlardan mahkum olup da
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası dışında ceza alanlar: (VİP grup)

Haftalık sesli ya da görüntülü görüşme
hakkına ilave olarak eğer o hafta kapalı görüş hakkını kullanamamış iseler
takip eden hafta otomatikman 30 dakikalık ilave bir telefonla görüşme hakkına
sahipler. İdare bunu üçe bölerek ilgiliye kullandırmak durumundadır.

B. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
mahkûm olanlar:

İdarenin takdirine bağlı olarak on beş
günde bir ve 10 dakika ile sınırlı sesli görüşme hakkına sahipler.

C. İdare ve gözlem kurulu tarafından
tehlikeli hükümlü olduğuna karar verilenler:

Bunlar da ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına çarptırılan lar ile aynı haklara sahipler. Yani  15 günde bir 10 dakika sesli görüşme yapma
hakkına sahipler.

Telefon görüşmesine ilişkin yapılan
düzenlemeler Anayasa ve kanunlara aykırılığı özellikle eşitlik ilkesini ihlal
ettiği açıktır. Somut bir gerekçe olmaksızın ve dayanağı olmaksızın, tali
düzenlemelerle temel kanunların sağladığı imkânlar ya önemli miktarda
sınırlandırılmakta veya yok edilmektedir. Cezaevi idaresine tanınan geniş takdir
hakkının cezaevlerinde keyfi uygulamalara neden olacağını tahmin etmek zor
değildir. Yürütmenin kontrolünde ve onun talimatı ile hareket etmek durumunda
olan Cezaevi müdür ve memurlarının, iktidarın düşmanlaştırdığı veya hedef
aldığı kişi ve gruplara karşı ayrımcılık yapacağı mukadderdir.

Önceki düzenlemelerin tekrarı gibi
gözüken yeni Yönetmelik, önemli hakların kullanımını gösteren düzenlemeleri soyutlaştırarak
belirsiz hale getirmiş, bir çok önemli hususu cezaevi idaresinin taktir
yetkisine bırakarak ayrımcılığa ve kötü amaçlı kullanımlara olanak sağlamış,
savunma hakkının kısıtlanması ile sonuçlanacak hükümlere yer vermiştir. Yapılan
değişiklikler genel olarak insan hak ve özgürlüklerini kısıtlar nitelikte
sınırlı maddelerde yapılmıştır. Evrensel normlar yönetmelik hükümlerinden
çıkartılmıştır.

Yapılan bu düzenlemeler ile Yürütmenin
temel amacının cezaevinde bulunan tutukluların ıslahına yönelik çalışmalar
yapmak değil, kendisine muhalif gördüğü kişi ve grupların cezaevi yoluyla daha
da baskı altına alınmasına olanak sağlamaktır. Bu düzenlemenin ayrıntıları
incelendiğinde iyi niyetle yapılmadığı açıkça ortadadır.

Başta Barolar olmak üzere tüm sivil
toplum örgütlerinin başta avukatlara yönelik getirilen sınırlamalar olmak üzere
hükümlü ve tutuklular açısından ayrımcılığa neden olacak diğer düzenlemeler ile
ilgili olarak tepki göstermeleri, değiştirilmelerinin sağlanmasına yönelik
çalışmalar yapması gerekir.

Şeytan Ayrıntıda Gizlenir: İnfaz Yönetmeliği Eliyle Hükümlü ve Tutuklulara Kurulan “Sinsi” Tuzaklar yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/seytan-ayrintida-gizlenir-infaz-yonetmeligi-eliyle-hukumlu-ve-tutuklulara-kurulan-sinsi-tuzaklar/feed/ 0
Bağımsızlığını MENFAAT Karşılığı Satan Yargı https://hukukpenceresi.com/bagimsizligini-menfaat-karsiligi-satan-yargi/ https://hukukpenceresi.com/bagimsizligini-menfaat-karsiligi-satan-yargi/#respond Wed, 05 Feb 2020 23:17:07 +0000 https://hukukpenceresi.com/bagimsizligini-menfaat-karsiligi-satan-yargi/ Hasan Dursun Bakırköy Adliyesi’nde görevli Cumhuriyet savcısı Tamer C.’nin çalışma arkadaşları yanında adliye dışından bazı kişileri ucuz araba ve arsa vaadi yanında cinsel suçlarla ilgili dosyalarda sanık ve sanık yakınlarını ‘beraat’ vaadiyle 6 ilâ 12 milyon lira arasında dolandırdığı ve sonrasında kayıplara karıştığına dair haberler medyaya yansıdı. Yine ilgili haberlerde Tamer C.’nin emeklilik dilekçesi verdiği, […]

Bağımsızlığını MENFAAT Karşılığı Satan Yargı yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hasan Dursun

Bakırköy Adliyesi’nde görevli Cumhuriyet savcısı Tamer C.’nin çalışma arkadaşları yanında adliye dışından bazı kişileri ucuz araba ve arsa vaadi yanında cinsel suçlarla ilgili dosyalarda sanık ve sanık yakınlarını ‘beraat’ vaadiyle 6 ilâ 12 milyon lira arasında dolandırdığı ve sonrasında kayıplara karıştığına dair haberler medyaya yansıdı.

Yine ilgili haberlerde Tamer C.’nin emeklilik dilekçesi verdiği, bu talebinin HSK tarafından uygun görüldüğü yer aldı. Yani HSK, dolandırıcılık yapan bir kişinin adliyede savcı olarak çalışmasını uygun bulmazken, bu şahsın avukat olarak çalışmasında bir yanlışlık bulmamış.

Haber bende farklı çağrışımlarda bulundu. Zira Tamer C.’yi ve kandırdığı meslektaşlarını motive eden temel güdü, unvanlarını ve onun sağladığı olanakları kullanarak az para yatırıp çok kazanma hırsıdır. Yargının içerisinde debelendiği mevcut ahlaki dejenerasyonun temelinde bu hırs yatar. 

Haksız mal edinme, bunu yaparken mesleğini ve konumunu kullanma, gerektiğinde yetkilerini nakde çevirme açgözlülüğü ve ahlaksızlığı konusunda Tamer C. yalnız değildir. Yargı hiyerarşisinin her seviyesinde kendisine arkadaş ve yandaş bulabilir. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyeleri başta olmak üzere ilk derece mahkemelerinde görevli hâkim ve savcıların “mal beyanları” buna dair sayısız belgelerle doludur. Yargıda çoğu kez, hukuk içerisindeki başarınız değil, “hukuksuz” zeminde kurduğunuz bağlantılarınız sizi yükseklere taşır. Bu çerçevede yargı sisteminin başında bulunanların çoğu, hak ettikleri için değil, birilerine bir şeyler vaat ettikleri için oralara getirilirler.

Yargı mensuplarına rüşvet vermenin türlü türlü yöntemleri vardır. Burada rüşvet kelimesini, ceza kanunu bağlamındaki anlamından daha geniş olarak kullanıyorum. Bir yargıç veya savcının, önündeki dosyanın taraflarından veya onların yakınlarından doğrudan veya dolaylı olarak bir menfaat temin etmesi bir tür rüşvettir. Bu bağlamda bir çay veya yemek ikramı ile bol sıfırlı paraların verilmesi sonuç itibariyle aynı kapıya çıkar.

Özellikle iktidar partisi veya onunla ilintili bulunan kişi ve kurumlardan elde edilen her türlü menfaat, hâkim ve savcının iradesini felce
uğratan, onun tarafsızlığına gölge düşüren bir tür zehirdir. Böylesi bir zehri ruhu ve vücuduyla tadan bir yargı mensubu iflah olmaz.

Yargı sistemi içerisinde menfaat karşılığı iş yapan veya buna yatkın olan hâkim ve savcıların kimler olduğu meslektaşları, avukatlar, güvenlik birimleri ile mahallin nüfuzlu kişileri tarafından bilinir. Bu kişiler başka bir yere tayin olduklarında, onların namları bir şekilde onlardan önce yeni görev yerlerine ulaşır. Daha göreve başlar başlamaz odası adeta bir botanik bahçesine dönüşür, her taraftan davetler almaya başlar. Normal bir hâkim savcının tüm meslek hayatı boyunca göremeyeceği hediye, tebrik ve ziyaretler “menfaatçi” meslektaşlar için rutin lütuflardır.

Menfaatçi bir yargı mensubunun ideolojisi, ilkesi, dini ve milliyeti olmaz. O her kaba göre şekil alabilme becerisi geliştirmiş ayrı bir
türdür. Siyasi iktidarın seyrine göre sakal ve bıyıklarının şekli değişir; ilişki içerisine girdiği ve yarar elde etmeyi umduğu grubun kullandığı
kavramları hemencecik ezberler. Elbise dolabında her meşrebin hoşuna gidebilecek türde farklı renk ve desende giysiler bulundurur.

Menfaat peşinde koşan bir yargı mensubu ile hukuka aykırı yöntemlerle dava dosyalarını etkilemeyi amaçlayan kişi ve gruplar kolayca
birbirlerini bulurlar.

Menfaatçi yargı mensubu, yapacağı hukuksuzlukları çoğu kez kendisi yapamaz. Zira yetki ve sorumlulukları sınırlıdır. Bu durumda kendi
uhdesinde olmayan dosyaları etkilemesi için ya o dosyaya bakan hâkim ve savcıya, ya da itiraz veya temyiz aşamasında bu dosyayı inceleyecek hâkimlere ulaşması onları da “ikna” etmesi gerekir. Bu çerçevede portföyünü belirlemek amacıyla doğrudan ve dolaylı görüşmeler yapmaya başlar. Muhatabına göre söylem geliştirerek bir şekilde onu etkilemeye çalışır. Örneğin ilgilendiği dosyaya
bakan yargı mensubu “milliyetçi” geçinen birisiyse, onu bu yönünden işlemeye ve ikna etmeye, ilgili “müşteri”nin ne kadar vatansever olduğuna vurgu yapmaya çalışır. Bu yöntem kendini solcu, Kemalist, dinci, Alevi vs. olarak tanımlayan tüm hâkim ve savcılar için de geçerli ve kullanışlıdır.

İktidar partileri ve onun etrafında öbeklenmiş menfaat grupları farklı farklı yöntemler kullanıp tüm teşkilatlarıyla seferber olarak her seviyede görev yapan hâkim ve savcı “avına” çıkarlar. Zira siyasi partiler “menfaat” birlikleridir. Bu menfaatin haksız kazanç elde etme ve bürokraside güç kazanma olduğunu söylememe gerek yok. Bu bağlamda adliye içerisindeki sürek avında “yandaş” yargı mensuplarının yanında, adliye ile kolayca ilişki kurabilecek avukatlar, bürokratlar, mahallin tanınmış kişileri kullanılır.

2011-2014 yılları arasında Ankara’da görevliydim. Yüksek makamları “işgal” eden, içlerinde Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay üyelerinin bulunduğu yargı mensuplarının nasıl avlandıklarını yakinen biliyorum. Bunun belirli bir plan doğrultusunda yapılıp yapılmadığını bilmiyorum, ancak tesadüfen gerçekleştiğini düşünmenin de aşırı saflık olacağını düşünüyorum.

Bu süreçte TOKİ aracılığıyla yüksek mahkeme üyelerine sürekli sunumlar yapıldı. Bu sunumların amacı şuydu, TOKİ’nin kısa vadede yüksek kâr getirecek projelerinden bazıları önceden bu üyelere tanıtıldı ve kendilerine uygun peşinat ve taksitle alma olanakları sağlandı. Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümüne bu bağlamda sunumlar yapıldığını canlı tanıklarından dinledim. Hatta tam dosya sunumu yapıldığı sırada TOKİ’cilerin gelmesi nedeniyle duruşmaların ertelendiğini duydum. Benzeri sunumların Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay üyeleri ile kendilerine yakın ilk derece mahkemelerinde görevli yargı mensuplarına yapıldığını biliyorum. Bunun en büyük tanıklarından birisi Anayasa Mahkemesi’nin eski ve yeni başkan ve üyeleridir. Eminim bu kişilerin kendi ve yakın çevrelerinin malvarlıkları incelendiğinde, Anayasa’ya aykırı olarak verilen kararların sırrı daha net ortaya çıkacaktır. Aynı şey diğer “yüksek” yargı makamları kararları için de geçerli.

TOKİ’nin “kupon arazileri” sadece yasama ve yürütme organının değil, yargının da kodlarını değiştirdi. İlk ikisinden farklı olarak yargı kodlarındaki değişiklik tüm devlet sistemini ve işleyişini bozdu. Kupon araziler üzerine kurulu bir devlet sistemimiz ve onun yönlendirdiği yasama, yürütme ve yargı organımız var artık. Kupon arazilerin izini sürdüğümüzde, hepimizi şaşırtacak bağlantı ve ilişkilere ulaşacağımız kesin. Bu araziler, ideolojik, siyasi, dini ve etnik tüm farklılıkları yok eden bir iksire sahip.

Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyeleri kullanılarak, yargı mensuplarının bireysel veya ortak olarak aldıkları arsaların imar değerlerinin
değiştirildiğini, daha önceden tarla veya yeşil olan gözüken alanların nasıl değerli arsalara dönüştürüldüklerine dair onlarca olay dinledim. Anlatanlar, kendilerinin ne kadar akıllıca yatırım yaptıklarından dem vurarak ben ve benim gibi bu fırsatları kaçıran “aptalları” küçümsemeyi amaçladılar.

Yargının bağımsızlığını yitirmesi, taraflı davranmasının altında öyle derin bağlantılar aramaya, komplo teorileri üretmeye gerek yok kanımca. Yıllarca düşük maaşla, mülki idare birimlerinin aksine kıt olanaklarla çalışmaya mecbur bırakılarak ezilmiş alt gelir grubundan gelme yargı mensuplarını ve onların iradelerini satın almak çok basit: maaş artışı ve onları güvence altına alacak kolay haksız kazanç olanakları sunma. Buna bir de korkutmayı eklemezsek denklem eksik kalır.

Böylesi bir denklemin sonucunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Farklı etnik ve ideolojiye mensup gibi gözüken ancak temelde aynı bilinçaltı refleksle hareket eden hâkim ve savcılardan müteşekkil böylesi bir yargıyı kontrol etmek ve yönlendirmek zor olmasa gerek.

Günümüz yargı sistemine yön veren hâkim ve savcılar bu iktidar döneminde yetişmediler. Ancak öncekilerin reflekslerini sergiliyorlar: kendi menfaatlerini kutsama, hukuk dışı ilişkiler kurma, hukuku iktidarın iradesine amade kılma, yaptıklarına ulvi gaye maskeleri giydirme ve devletçilik rolü oynama.

Bağımsızlığını MENFAAT Karşılığı Satan Yargı yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/bagimsizligini-menfaat-karsiligi-satan-yargi/feed/ 0