Bekir Bozdağ arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/bekir-bozdag/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Sun, 21 Jan 2024 03:55:20 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg Bekir Bozdağ arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/bekir-bozdag/ 32 32 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/#comments Wed, 08 Feb 2023 00:40:41 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9049 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3. Bölüm) Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(3. Bölüm)

Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Endişeye mahal yok! Toplantıyı sabote etmek için söz almadım. Sadece yapılan konuşmalar nedeniyle müsaadenizle birkaç cümle ile açıklama yapmak istiyorum.” dedi.

Bu sırada yan masalardan laf atarak, “Kes traşı, buraya seni dinlemeye gelmedik”, “Tamam bu arkadaş konuştu, alın mikrofonu” diyen üç beş kişi oldu. Karakter olarak sert ve ciddi bir mizaca sahip olan eski bürokrat Sait bey, yargı mensubundan çok meyhane fedaisi ağzıyla laf atan bu insanlara hışımla dönüp -siz beni iyi tanırsınız dercesine- kaşlarını çatıp gözlerini kısarak bakınca bu kişiler – gayr-i ihtiyari – süt dökmüş kedi gibi oldular. Masa ve sandalyeleri arasında ufaldıkça ufaldılar. Zira yaygara yapan bu zevatın cemaziyelevvellerini ve meslekte ne haltlar karıştırdıklarını Sait bey çok iyi biliyordu. Sinmeleri bunun sonucuydu!

Sait bey devamla, “Toplantı salonu dışında görevli bir meslektaş tarafından yine bu toplantıya katılmak için gelen Metin Koyuncu arkadaşımıza sözlü tacizde bulunulduğunu öğrendim. Öncelikle yakışıksız bu davranışından dolayı o meslektaşı kınadığımı belirtmek isterim. (Kürsüde ki Selahattin bey ‘Tamam bir sorun yok, kısaca toparlayın lütfen’ dedi.) Sayın meslektaşlarım 12 eylül 1980’den önce polis teşkilatında Pol-Der ve Pol-Bir şeklinde iki yapı oluşmuştu. Bu kamplaşma neticesinde ülkemizde asayiş tamamen bozulmuştu. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği kalmamıştı. İnanıyorum ki, burada bulunan hiç kimse yargı camiamızın da kamplaşıp toplumun kırılganlaşmasına sebep olmak istemez. Bu seçim sürecini huzur içinde yürütemezsek ülkemiz için hava kadar, su kadar önemli olan adalet hizmetlerinin sekteye uğrayacağına dair endişelerimi belirtmek istiyorum. Netice itibarıyla, HSYK seçiminin centilmenlik içinde geçmesini, adaylardan ziyade ülkemizin kazanmasını canı gönülden diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ederim.” dedi ve yerine oturdu. Yirmi otuz kişi dışında kimse alkışlamadı. Sait bey sandalyeye oturmaya yeltenirken Metin bey ‘artık gitsek mi efendim’ dedi ve bu teklifi makul karşılayan Sait bey ayağa kalktı. Hiç acele etmeden yavaşça sandalyedeki ceketini giydi. Konuşmacılar dahil salondakilerin çoğu bu seremoniyi sessizce izlediler. Sait bey, sağında Metin ve solunda Bilal beyler olduğu halde özellikle sahnenin önünden geçmeyi tercih etti ve konuşmacılara da ufak bir tebessüm ederek  vakur bir şekilde salondan çıktı.

Salondan çıkmasından hemen sonra, Sait beyin sözlerinden oldukça rahatsız olan Abbas bey ayağa kalkarak; “Son konuşmacının, kendisince bizi sağduyuya davet eden sözlerini çok ciddiye almıyorum. Yükselen dinamizmimizi söndürmek ve mücadele motivasyonumuzu kırmak amacı taşıdığını düşünüyorum. Eskiden beri birbirinden dağınık görüşlerin temsilcileri kuva-i milliye ruhuyla ikinci defa ülkeyi kurtarmak için güç birliği yapmıştır. Bu seferki düşman dışardan değil içerden saldırıyor. Hiçbir devlet böyle bir yapıya izin veremez. İsterdik ki bu yapı, hukuki ve demokratik yollarla tasfiye edilsin. Ama bunun çok zaman alacağı aşikardır. Sonuç itibariyle yasal yolların kullanılması ile ilgili eşik çoktan aşılmıştır. Seçimi kazandıktan sonra mazbataların mührü daha kurumadan bu yapının tepesine ilk balyozun indirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Benimle aynı dünya görüşünü paylaşan meslektaşlarımın heves ve heyecanlarını size anlatmaktan acizim. Bu arkadaşlarımızın elinde malum yapı ile irtibatlı olabilecek kişiler hakkında toplanmış birçok doküman var. Seçimin kazanılmasını müteakip yeni HSYK’ya ve diğer resmi makamlara teslim etmek için sabırsızlıkla bekliyorlar. Ben şahsen bu legal görünümlü illegal yapının bu seçimde hiçbir varlık gösteremeyeceğine inananlardanım. Arkadaşlar yeter ki amacımız hasıl olana kadar birliğimizi koruyalım. Ümitli ve esen kalın!” diye sözlerini tamamladı ve alkışlar eşliğinde yerine oturdu.
 
Konuşmacıların önündeki masaların birinde oturan Savcı Serdar Coşkulu, masaların arasında mikrofonu taşıyan memurdan mikrofonu aldı ve “Sayın Ramazan Kayacı’ya ben de bir soru sormak isterim. Soracağım soru ile ilgili geçen hafta ulusal bir gazetede röportajını okumuştum. Paralel yapı mensuplarına yönelik soruşturmalarda zorlandığımız temel bir sorun var. Hayatının bir döneminde -toplumun büyük çoğunluğunun- mutlaka bir şekilde bu yapıyla yolu kesişmiştir. Hiç düşündünüz mü bilmiyorum ama o kadar çok kesişme noktaları var ki! Dershane, okul, yurt, banka, sendika, internet, radyo, gazete ve televizyonlar ile akraba, arkadaş, komşu ve meslektaşlar gibi. Bu yüzden hedef kitleyi mutlaka makul bir şekilde sınırlandırmak zorundayız. Aksi halde meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu soruşturulmaya maruz kalma kaygısı ile platforma destek vermekten kaçınabilir. Kaldı ki, YBP’ye destek verenler arasında, çocukları malum eğitim kurumlarına devam eden çok sayıda meslektaş var. Bundan dolayı soruşturmalarda hangi mikyasların esas alınacağı hususu açıkça deklare edilebilir mi?” diye sordu.
 
Ramazan Kayacı mikrofona ağzını yaklaştırdı ve “Galiba en zor soru bana yöneltildi. Hakikaten bu çok çetrefilli bir konu. Savcı Serdar bey kaygısında çok haklı. Açıkçası bu konu hakkında platform içinde fikir birliği sağlanmış değil. Neredeyse her konuda uzlaşan birliğimiz için bu halledilemeyecek bir problem değil. Ama görünen o ki son sözü hükümetimiz ve Milli Güvenlik Kurulu söyleyecektir. Bu mercilerin tavsiye kararları ışığında uzlaşıp kamuoyuna deklare etme aşamasına gelinebileceğini düşünüyorum.” diye cevaplandırdı.
 
Bu sırada salonun arka kısmında bulunan dört masada bulunan 30-35 kişi kendi aralarında hummalı bir şekilde konuşuyorlardı. Bu kişiler sürekli masalar arasında gidip geliyor, adeta salondaki gündemden kopmuş bir halde tartışıyorlardı.

Bu durum toplantıyı yöneten Selahattin beyin de dikkatini çekti ve “Arka sağ taraftaki meslektaşların bir maruzatı veya sorusu mu vardı acaba?” diye sorması üzerine içlerinden birisi ayağa kalktı ve elini kaldırarak mikrofonu işaret etti. Mikrofon kendisine ulaştırıldıktan sonra, “Biz devletine ve hükümetine bağlı hakim-savcılar olarak bu platforma umumi bir destek veriyoruz. Bizi Risale-i Nur talebesi olarak da görebilirsiniz. Ancak vuzuha muhtaç birkaç mesele var. Bunların istifhama yer bırakmayacak şekilde sarahate kavuşturulması elzemdir. Evvela bizleri yakinen tanımayanların, bizler ile paralel yapı mensuplarını birbirine karıştırmalarından ve aynı kefeye koymalarından fevkalade rahatsız olduğumuzu zikretmek istiyorum. Binaenaleyh meslektaşları mensubiyetlerine göre tasnif etmeye vazifeli olan arkadaşların -kul hakkına girmemek için- bu hakikati nazara almalarını hususen rica ediyoruz. İkinci bir mevzuu da malumunuz yargı camiası hariçten büyük görülse de esasen küçüktür, herkes herkesi az-çok tanır. Gerek 28 Şubat sürecinde ve gerekse akabinde bazı tesirli ve salahiyetli meslektaşlar, biz Nur talebeleri ve sair dindarlara karşı gayet şedit ve hasmane tavır sergilediler. Adaylar arasında da işaret ettiğimiz zihniyete haiz olduğuna muttali olduğumuz en az 3 aday mevcuttur. Bu minvalde bizim hassasiyetimize vakıf olan muhterem Turgay Ateşçi beyin cevaplandırmasını istediğimiz bir sualimiz var. Bahsettiğimiz bu 3 adaya rey vermeyi mahzurlu gören kardeşlerimiz mevcut. Bir kısım kardeşlerimiz sadece bu kişiler dışındakilere rey verelim, bir kısmı da onların yerine platform haricindeki tanıyıp itimat ettiğimiz sair adaylara rey verelim diye düşünüyorlar. Lütfen bu hususu vüzuha kavuşturabilir misiniz?” diye sordu.

Bu soru, dikkatle dinleyebilen bütün katılımcıları şaşırttı. HSYK adayı Turgay Ateşçi sanki böyle bir sorunun yöneltilmesini bekliyormuş gibi hiç tereddüt etmeden söze başladı. “Çok kıymetli kardeşlerim hassasiyetiniz benim de hassasiyetimdir. Eğer bendeniz burada diğer adaylarla omuz omuza isem, biliniz ki bu sadece benim şahsi kararımın neticesi değildir. Kendi camiamızın meşveret meclisinin kararı ile buradayım. Tereddüt ettiğiniz hususlar orada etraflıca müzakere edildi. Risale-i Nur’un ‘Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazen hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsendir.’ düsturu esas alındı. Neticeten hayırlı gayeye vasıl olmak için ittifak etmenin lüzumu izahtan varestedir. Eğer bu izaha rağmen o adaylara rey vermeyecekseniz rica ediyorum bana da vermeyin. Bilmem anlatabildim mi?” dedi ve bu sözler üzerine o dört masadan sadece 4 kişi memnuniyetsizliğini belli ederek kalkıp salonu terk ettiler. (Ne hazindir ki, ekim ayında yapılacak HSYK seçiminde sayıları 300 civarında olduğu tahmin edilen bu nurcu meslektaşların desteği ile YBP ipi göğüsleyecekti!)
 
Planlanan vaktin dolduğunu anlayan Selahattin Menteşe, diğer konuşmacılardan da onay alarak kısa bir bitiş konuşması yaptı. “Arkadaşlar bu seçimde yanımızda olmayan herkes karşımızdadır. Bizler her şeyimizi ortaya koyup canla başla mücadele ederken gücümüzü bölen tüm adayları buradan uyarıyoruz. Bu kutsal mücadelede tarafsız kalmayı tercih edenler bertaraf olacaklardır. Malum yapıyla aynı akıbete maruz kalacaklarını bilmeliler! Bunun altını özellikle çiziyorum. Çok değerli meslektaşlarım, adaylarımızla birlikte onurlandırdığınız genişletilmiş ilk toplantımız sona ermiştir. Buraya iştirak ederek güç verdiğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Hoşça kalın.”

 

 

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/#respond Fri, 03 Feb 2023 09:21:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9046 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” 2. Bölüm   Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı. İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

2. Bölüm
 
Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı.

İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında yapılacak olan HSYK seçim çalışmalarının startını bu toplantı ile vermiş bulunuyoruz. Platform olarak tek amacımız, ‘HSYK’daki paralel kuşatmayı kırmak ve yargıya güveni yeniden sağlamaktır’. Katıldığınız ön seçimler neticesinde, yine sizin seçtiğiniz adaylarımız ile huzurunuza gelmiş bulunuyoruz. Toplumumuzun politik, etnik, ideolojik ve dini tüm değerlerini temsil eden bir aday kadromuz var. Alevi duyarlılığı olan, ülkücü, sosyal demokrat duruşlarıyla bilinen hâkim ve savcılar olarak yargının üzerindeki vesayete ‘dur’ demek için biraya geldik. Biraz sonra adaylarımız hem kendilerini tanıtacaklar hem de sorularınızı bizzat yanıtlayacaklardır. Hepinizin bildiği gibi yargı teşkilatımızın başta paralel yapılanma olmak üzere birikmiş ve kangrenleşmiş birçok sorunu bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğunun çözümü siyasi iktidarın yetki alanına girmektedir. Biz siyasi iktidarlarla cedelleşmeyi marifet zanneden seleflerimizin hatasına düşmeyeceğiz. Zira bu tutum, sorunlarımızın çözümünde bugüne kadar hiçbir fayda sağlamamıştır. Binaenaleyh yeni süreçte siyasi iktidarlarla uyumlu çalışmaya gayret edeceğiz. Yargı camiamızın menfaatine olacak olan bu ilişkiden kimse ‘yargı siyasilerin güdümüne girdi’ diye sonuç çıkartmamalı. Özellikle malum yapının bu minvaldeki ithamlarına misliyle karşılık verilecektir. Yeni Türkiye’nin icaplarını onlara öğreteceğiz” dedikten sonra devamla “Sıra konuşmacılar ve adaylarımızın kendilerini tanıtmalarına geldi. Buyurun lütfen sırayla konulabiliriz” demesinden sonra konuşmacılar ile YBP adayları kısaca kendilerini tanıttılar. Akabinde, Selahattin bey katılımcıları toplantının soru-cevap kısmına davet etti.
 
Orta sıralarda kırklı yaşlarında, lüks giyimli bir hâkim olan Osman Sarışın ayağa kalktı, sol eli cebinde, sağ eliyle mikrofonu tutarak, “Değerli meslektaşlarım beni bilen bilir, neredeyse iki yılda bir idarî soruşturma geçiriyorum. (katılımcılar gülüştüler.) Neymiş efendim! Özel hayatım etik değerlere uymuyormuş! Bütün bu şikayetleri, başımıza ahlak zabıtası kesilen paralelci birileri yapıyor ve yine aynı yolun yolcusu müfettişler tarafından da soruşturma yürütülüyor. Maalesef birinci sınıfa ayrılamadığım için maaş kaybım var ve birinci bölgelerde görev alamıyorum. Taahhüt ettiğinizi duyduğum sicil affı ve maaş artışı konusundaki somut adımları ne zaman hayata geçireceksiniz? Umarım seçimden sonraya bırakmamışsınızdır.” diye sordu.
 
Bu sırada hemen arka masada bulunan sıkı YBP’li iki meslektaşın kendi aralarındaki diyalogları çok ilginçti! “Bu Osman var ya! Senin gönderdiğin isimsiz ihbar mektuplarıyla soruşturulduğunu bir öğrense vallahi aşiretin bile seni kurtaramaz. Kumar, gece alemi, rüşvet, görevi ihmal, görevi kötüye kullanma ne ararsan var. Adamın yemediği halt yok! Bunlardan sadece birini biz yapsak şimdiye on defa ihraç olmuştuk. Ben sana kaç kez dedim ‘bu adamı lazım olduğunda kullanmak üzere yukarıdan birileri koruyor’ diye. Ama sen bu lağımın arkasında kimse duramaz demiştin” diyerek serzenişte bulundu.

Yanındaki, başıyla onaylayarak, hafif bir ses tonuyla “Doğru söylüyorsun. İşte şimdi bu tip adamlara ihtiyaç duyulan bir dönem başladı. Camianın ve vatandaşın vay haline! İyi ki de bu adamı doğrudan isim vererek şikâyet etmemişim. Dediğin gibi adama hiçbir şey olmadı-olmuyor. Neyse oğlum bak! Mehmet Yorulmaz eline mikrofonu aldı, Osman’ın sorusuna cevap verecek. Merak ediyorum ne diyecek?” dedi.

Mehmet Yorulmaz, “Soruyu tevcih eden Osman beyi iyi tanırım, kendisini ben de daha önce müfettiş olarak denetledim. Fevkalade düzgün ve çalışkan bir meslektaşımızdır. Paralelci savcılar nedense bu arkadaşımız gibi birçok meslektaşımız aleyhine çok sayıda kumpaslar düzenleyip soruşturma açtılar. Osman bey ve onun durumunda olan meslektaşlarımın tamamına sesleniyorum ‘müsterih olunuz, açık ve gizli sicillerinizdeki tüm cezalar kaldırılacak. Size kötü sicil veren müfettiş ve başsavcıları bize bildirin ki haklarında işlem başlatabilelim.’ Merak edilen diğer önemli konuya gelecek olursak, platformumuzun önerisi ile hâkim-savcıların özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda 10 gün önce bakanlığımızca resmen çalışmaya başlanmıştır. Bana söylendiği kadarıyla taslak Maliye Bakanlığına gönderildi. Sayın Başbakan bizzat duruma vaziyet ediyor. Maaş artışının seçimden önce yapılacağı müjdesini buradan veriyorum. Hayırlı olsun!” dedi. Bu söz üzerine katılımcıların pek çoğu ayağa kalktı ve uzun süre alkışladılar.
 
Ön masalardan birinde oturan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi başkanlarından olan Zikrullatif Özbağ “Müsaadenizle sorumu doğrudan devrem olan Metin Yanmaz’a yöneltiyorum. Sayın cumhurbaşkanımızın doğrudan atayacağı HSYK üyelerinden sonra siz değerli adaylarımızın da eksiksiz seçileceğinize olan inancım tamdır. Ama düşük bir ihtimal de olsa sandıkta kazanılamadığı takdirde alternatif bir eylem planı mutlaka vardır. Bu konu hakkında en azından bir ipucu verebilir misiniz?” diye sordu.
 
HSYK adayı Metin “Soruyu tevcih eden staj arkadaşıma teşekkür ediyorum. Tarihsel bir kaidedir ki ‘Savaşlar sahada değil masada kazanılır’. Arkadaşlar bu tarihsel sözün hakikati saklı kalmak kaydıyla, biz seçim gününe kadar önce sahada kazanmanın bütün gereklerini sonuna kadar yerine getirmeliyiz. Bu kısmı ‘off the record’ olarak söylediğimi farz edin: Bütün gayretlere rağmen sahada başarılı olamadığımız takdirde sonraki aşamalarda kazanacağımızdan hiç kimsenin zerre kadar şüphesi olmasın.” diye yanıtlaması üzerine ıslık sesleri ile birlikte yeni bir alkış tufanı daha koptu. Bu heyecan selini daha da coşturmak isteyen Mehmet bey “Metin beyin izahı gerektirmeyen bu sözlerinin kafamızdaki tüm istifhamları dağıtmaya yetmiş olduğunu düşünüyorum. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız! Onlara hayatı dar edeceğiz” diyerek, sağ avucunu sertçe önündeki masaya vurdu. Salondaki tansiyonu bir kat daha arttırdı.
 
Salonda gürültü devam ederken Sincan Adliyesi’nde görevli kadın bir hâkim elindeki mikrofana vurarak ortamı sakinleştirdi ve “Ben Abbas Özer beye sormak istiyorum. Siyasal dinci bir iktidarın himayesinde seküler, alevi ve sosyal demokrat hâkim-savcıların yargıda adil temsilini sağlayacağınıza bizi nasıl inandıracaksınız? Bunu merak ediyorum.” diye sorması üzerine Abbas Özer “Soru için teşekkür ederim. Paralel yapı YARSAV ve Yargı-Sen içinde de etkin bir hale gelmiştir. Bu yapıyla mücadele etmek için bu birliği koalisyon şeklinde oluşturduk. Platformda; sosyal demokrat, alevi, milliyetçi, dindar meslektaşlarımız var. Ben ‘alevi’ olduğumu açıkça söylüyorum. Bizim dönemimizde sosyal demokrat ve alevi olduğu için kimsenin sicillerinin bozulmasına ve disiplin soruşturmalarıyla mağdur edilmelerine asla izin vermeyeceğiz. Bu hususta gerekli düzenlemelerin yapılmasını da bizzat ben takip edeceğim. Umarım bu güvence yeterli olmuştur.” diye yanıtlamasını müteakip HSYK adayı Ömür Topaçlı hemen devreye girerek “Platformu kurduğumuzdan beri farklı düşüncelerden insanlarla aynı amaç etrafında yan yana gelip kaynaştık. Özellikle sosyal demokrat, seküler ve alevi meslektaşlardan -adayları olarak- rica ediyorum, oylarınızı bağımsızlar, YARSAV ve Yargı-Sen adayları arasında dağıtmayın, sizden ‘blok oy’ bekliyorum.” diyerek beklentisini dile getirdi.
 
Bu sırada orta masalardan birinde oturan savcı Mehmet Bekir Özkan tüm bu konuşulanları can kulağıyla dinlemiş ve duyduğu sözler karşısında -hukuk ve insanlık adına- utanmış ve öfkelenmiş, zapt edemediği bu duyguların tazyikiyle ayağa kalkarak konuşmak için mikrofonun kendisine ulaştırılmasını rica etmiştir. Nihayet mikrofonla buluşan savcı Mehmet bey kendisine söz hakkı verenleri bu imkanı sunduğuna pişman eden şu sözleri cesurca söylemiştir: “Sayın meslektaşlarım konuşulanları dinledim ve dehşete kapıldım. Ben burada bulunan herkese birkaç soru soracağım ve lütfen bu soruları sakin bir kafayla kendi vicdanınıza da sormanızı istirham ediyorum. Mevcut HSYK’nın, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir Genel Müdürlüğü haline getirildiğini görmüyor musunuz? Farkında değil misiniz? Yoksa korku veya çıkar saikiyle kabul mü ediyorsunuz? 16 Ocak 2014 tarihinden bu yana HSYK’nın bizzat Başbakan tarafından yönetildiğinin farkında değil misiniz?”  dedi ve yerine oturdu.

Savcı beyin bu konuşması salonda bulunan herkeste soğuk duş etkisi yaptı. Kürsüde bulunan Selahattin Menteşe salondaki psikolojik üstünlüğü kaybetmemek için hemen yüksek bir ses tonuyla devreye girerek “Anlaşılan o ki savcı bey yargının temel sorunlarının çözülmesi istikametinde siyasi iktidarla uyum ve iş birliği içinde çalışmamızdan rahatsız olmuş. Endişe etmeyin savcı bey! Yargının tepesindeki kollektif akıl ne yaptığını çok iyi biliyor. İlişkilerimizi yargı bağımsızlığı hassasiyeti çerçevesinde götürüyoruz. Dizginleri siyasilere teslim etmeyecek kadar basiretimiz yerinde. Hasıl olacak neticeden paralelci bir azınlık zarar görecek olsa da Ülkemiz kazançlı çıkacak inşaallah.” diyerek karşılık verdi.
 
Mehmet Bekir beyle aynı masada oturan Yargıtay eski tetkik hâkimi Kemal Karagül, yanındaki Hakimler ve Savcılar Kurulu eski tetkik hâkimi savcı Dr.Hasan Duran’ın kulağına “Meslek hayatımda hiç kimseye siyasi eğilimi, ırkı ve mezheplerine göre farklı davrandığımı hatırlamıyorum. Bunlar birlikten bahsediyorlar ama maşallah herkes paralelci olmadığını ispatlamak isterken -kendisinde saklı olması gereken ve çokta merakta etmediğimiz- mensubiyetlerini ortaya dökmekten çekinmiyorlar. Adamlar adeta kendilerini fişliyorlar. Tabi bunun yanında rakip gördüklerini de fişliyorlar.” dedi. Başını sallayarak onaylayan savcı Hasan bey de “Valla hâkim bey, eğer bunlar seçimi kazanırlarsa, atamaların tamamını -liyakat ve müktesebata göre değil- mensubiyete ve itaate göre yaparlar. Kurtlar vadisinde birbirini pusuya düşürüp yiyen, vahşileşmiş aç kurt gibiler. Bunların derdi tamir falan değil! Ehliyetiyle bir yerlere gelmiş insanlardan intikam almak! Boşalacak koltuklara çökmek ve yeni mecralarında derebeyliklerini kurup cukkalarını doldurmak.” diye söyledi. Hâkim Kemal bey dişleriyle alt dudağını sıkarak “Umalım da yoldan sapmış bu zihniyet kazanmasın. Hafezanallah! Türkiye’de bağımsız yargının ve adaletin zerresi kalmaz. Bunlar Moğol orduları gibi dolu dizgin talan etmeye geliyorlar. Tahminim o ki, yargı uzun bir fetret dönemi yaşayacak.” diye fısıldadı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/#respond Sun, 29 Jan 2023 00:20:25 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9044 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1. Bölüm)   Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(1. Bölüm)
 
Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi yöneten güçlü bir siyasi liderin kanatları altında pervasız, şımarık ve özgüveni yüksek bir şekilde süreci yönettiler.
 
Yürütme erki ile kurulan bu yasak ilişkinin ‘yargı bağımsızlığı-tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine ciddi bir biçimde zarar vereceği’ hususu umurlarında bile değildi. Şahsi çıkarlarına hizmet eden güdümlü bir yargıyı, nemalanamayacakları bağımsız yargıya tercih etmekte en ufak bir sakınca görmüyorlardı. Hayal ettikleri makamlara erişmek yolunda engel gördükleri -hükümetin paralelci olmakla suçladığı- topluluğun nitelikli ve başarılı olmasının da bir önemi yoktu. Malum topluluğun kamudan tasfiyesi adına, hükümet güdümünde hareket etme görüntüsünün, yargıya itibar kaybettireceğini düşünecek akıl eşiğini çoktan aşmışlardı. Çünkü ihtiras ve nefretleri, meslekî ve etik değerlerinden daha büyüktü.
 
Sağduyusunu tamamen kaybetmiş ve meydanlarda intikam yemini eden bir siyasi liderin manevi himayesi altında Ankara Hakimevi’nde bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıya Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Selahaddin Menteşe ve HSYK Genel Sekreteri Başar Bilgin katıldılar.

Heyet, Yargıda Birlik Platformu’nun genişletilmiş ilk toplantısını cuma günü Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait Dinlenme Tesisi‘nde gerçekleştirmek üzere anlaştı. Bu toplantıyı organize etme ve duyurma görevini, -hukuk dışındaki- sosyal konularda oldukça yetenekli olan Selahaddin Menteşe memnuniyetle üstlendi. Ve heyete “Toplantılarımızda meslektaşlarımızın ulaşımı dahil her şey ücretsiz olacak. Bildiğiniz gibi kamu görevlileri, kendilerine malî yük getirmeyen etkinliklerden gayet memnundurlar.  Malûmunuz üzere ‘insan ihsânın kölesidir’. Katılımcılara birbirinden muhteşem yemek ikramlarından sonra duymaktan hoşlanacakları müjdeleri de verdik mi, inanın işlenmeye hazır pamuk gibi olurlar. Müsaade ederseniz üstlenmekten onur duyduğum bu görev için zaman kaybetmeden Belediye Başkanı Melih Kökçe ile temasa geçeceğim.” dedi.

Başar Bilgin de bunun üzerine, “Sayın müsteşarım, sizden -toplantıya katılacağını tahmin ettiğim- bağımsız adayların destekçilerinin kuvve-i mâneviyelerini kıracak ihtişamda bir organizasyon bekliyoruz inşallah” dedi. Menteşe de tebessüm ederek “Müsterih olun genel sekreterim” diye karşılık verdi.

Saatine baktıktan sonra vaktin hayli geç olduğunu düşünen Mehmet Yorulmaz, “Arkadaşlar unutmadan söylemeliyim, davamıza gönül veren tüm meslektaşların en az iki kişiyi de toplantıya getirmeleri gerektiğini muhakkak iletelim. Bu aşamadaki en önemli konuyu da karara bağladığımıza göre görüşmemizi bitirebiliriz. Cuma akşamı toplantıda tekrar buluşmak üzere hoşça kalın” demesini müteakip heyet hakimevinden ayrıldı.
 
Hâkim Metin Koyuncu, çarşamba günü işyerinde e-posta kutusunu kontrol ettiğinde, YBP tarafından tertip edilen genişletilmiş ilk toplantıya kendisinin de davet edildiğini öğrendi. Platform ileri gelenlerinin kendisini yakinen tanıdıkları ve siyasi vesayet karşısındaki tavizsiz tutumunu bildikleri halde, davet edilmesine çok şaşırdı. Bu davet hususunu istişare etmek için cep telefonundan savcı Sait beyi aradı. Telefonu hemen açan Sait bey “Merhaba Metin bey, buyur kardeşim” diyerek karşılık verdi. Metin bey mezkur daveti haber verip fikrini sorması üzerine Sait bey “Madem teveccüh gösterdiler biz de davetlerine icabet edelim. Toplantıya katılmak zorunluluğunu hisseden diğer arkadaşları da böylece yalnız bırakmamış oluruz” dedi. Metin de “Ben de önerinize katılıyorum. Adayımızın katılması ise zaten uygun olmaz diye düşünüyorum” dedi. Sait bey “Tabii ki, olası bir provokasyon nedeniyle bağımsız adayımız kesinlikle bu toplantıya katılmamalı. Sen, ben ve hâkim Bilal beyle birlikte üçümüz katılabiliriz.” demesi üzerine Metin, “Toplantı için lojmanlar önünden belediyenin tahsis ettiği servis araçları kalkacakmış” dedi. Said bey beş-on saniye düşündükten sonra “Bu etik olmaz, en doğrusu kendi arabamızla veya toplu taşıma araçlarıyla gidelim. Ne dersin?” diye sordu. Beklediği cevabı alan Metin, “Haklısınız, öyle yapmak daha uygun olur.” dedi. Said bey “O zaman Bilal beye de durumu anlat, gelmeyi arzu ederse üçümüz orada buluşuruz. Rakiplerimizin motivasyon ve yöntemlerini de yerinde teşhis etme imkânı elde etmiş oluruz” diyerek konuyu bağladı. Metin de “Tamam, orada görüşürüz inşaallah” diyerek telefon görüşmesini sonlandırdı.
 
Ve nihayet beklenen Cuma günü geldi. Toplantı salonunun dışında konukları karşılamak için savcı Ö. Faruk Aydın ve hâkime Berrin Aksak bekliyorlardı. Gelen misafirleri küçük bir hoşâmediden sonra adlarını ellerindeki listeye işaretleyip salona yönlendiriyorlardı. Ayrı ayrı gelen Sait ve Bilal beyler soğuk bir karşılama seremonisinden sonra ciddi bir sorun yaşamadan salona girdiler. Ancak biraz sonra Metin beyin de kendilerine yaklaştığını gören Ö. Faruk’un aniden yüzü kızardı ve gözleri kanlandı, tokalaşmak için elini uzatmadı ve yumruklarını sıkıp sesini yükselterek “Ne yüzle buraya geldin Metin! Senin gibi paralelciliği bilinen birinin cesaret edip buraya gelebileceğini beklemiyordum. Haberin olsun! Başsavcılık görevinden alınmama sebep olan soruşturmadaki tanık ifadeni okudum. Söylesene! Hiç mi utanmadın yalan beyanda bulunmaya?” dedi. Yanındaki Berrin hanım da duruma şaşırdı ve birkaç kez “Ö. Faruk bey lütfen bağırmayalım” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Her ahvalde soğukkanlılığını korumasını bilen Metin bey “Hoop, yavaş ol savcı bey! Bana saygın yok anladım da, seni buraya koyanlara da mı yok? Bak burası tartışma için uygun değil. Pazartesi gelirsin odama hem kahvemi içer hem de orada dişe diş tartışırız.  Ama şunu bil ki, ben kendi menfaatim için bile doğruluktan ayrılmamış birisi olarak senin soruşturmanda niçin yalan söyleyeyim? Her daim bildiğimi söyler, bilmediğime susarım. Anlatabildim mi?” diyerek, sert adımlarla salona yürüdü. Hırsını alamayan Ö. Faruk onun arkasından “İçerde senin gibilerin ne olduğunu bilen 1000 kişi var. Yerinde olsam içeri girmekten vaz geçip geri dönerdim.” diye seslendi.

Metin bey kuru gürültüye pabuç bırakacak adam değildi. Bu laflara kulak asmadan içeri girdi ve Sait beyin masasına oturdu. Bilal bey “Hayırdır, yüzünden düşen bin parça, bir şey mi oldu?” diye sordu. Metin de her ikisine dışarıda yaşadığı terbiyesizliği kısaca anlatmaya çalıştığı sırada garsonlar servise başladı. Mevzuyu hemen kapattılar.
 
Misafirler yemeklerini yerken Sait bey göz ucuyla diğer masalardaki katılımcıları izliyor ve onların ruh hallerini kavramaya çalışıyordu. Katılımcıların yaklaşık üçte ikisi çok neşeli iken üçte biri gayet ciddi idi. Ciddiliğini bozmayan bu kişilerin yüzlerinde belirgin bir memnuniyetsizlik okunuyordu. ‘Acaba gelmekle iyi yapmadık mı?’ der gibi bir halleri vardı.
 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/#respond Sun, 15 Jan 2023 16:44:59 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9035 HSYK Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz kriptolu cep telefonunun çalmasını heyecanla bekliyordu. Saatine baktı. Kararlaştırdıkları saat geçeli neredeyse doksan dakika olmuştu. İkbaline göz kırpan bu günleri bir ömür beklemiş birisi olarak, bu fırsat için, değil bir buçuk saat, gözünü kırpmadan üç gün bile bekleyebilirdi. Cebinden çıkardığı küçük aynasında hafifçe saçlarını düzeltti. Dönemin ruhuna uygun olarak uzattığı badem […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
HSYK Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz kriptolu cep telefonunun çalmasını heyecanla bekliyordu. Saatine baktı. Kararlaştırdıkları saat geçeli neredeyse doksan dakika olmuştu. İkbaline göz kırpan bu günleri bir ömür beklemiş birisi olarak, bu fırsat için, değil bir buçuk saat, gözünü kırpmadan üç gün bile bekleyebilirdi. Cebinden çıkardığı küçük aynasında hafifçe saçlarını düzeltti. Dönemin ruhuna uygun olarak uzattığı badem bıyıklarını hafifçe sıvazladı. Hemen sonra da beklediği telefon çalıyordu işte! Hemen açmak yerine belki de gayr-i ihtiyari ceketinin yakasını düzeltip, bir düğmesini ilikleme ihtiyacı hissetti. Ufak bir boğaz temizleme öksürüğünden sonra telefonu açıp kulağına götürdü: “Buyrun efendim.” dedi. Telefonun diğer ucundaki Başbakanlık müsteşarı Fahri Kısır; “Mehmet bey merhaba, beyefendinin yanından yeni çıkabildim. Umarım iyisindir. Hemen konuya girmek istiyorum. Beyefendinin onayladığı HSYK kesin aday listemizi e-mailinize gönderdim. Hemen açarsanız değerlendirmelerimizi daha rahat yapabiliriz.” dedi.

Mehmet bey, “Tamam efendim bana on saniye müsade edin” deyip, eli ayağı birbirine dolaşarak bilgisayarından mail kutusunu açtı. “Efendim şu an liste ekranımda, hızla inceliyorum” dedi. Fahri bey, “Mehmetciğim listenin başına seni koyduk. 20 yıla yakındır teftiş kurulunda çalıştığın için tüm kıdemlileri tanıyorsun. Malumun, Bakan bey yargı camiasını neredeyse hiç tanımıyor. Adam avukatlıktan çok imamlık yapmış” demesi üzerine kıkırdaştılar. Fahri bey devamla; “Adalet bakanlığı müsteşarı Kenan bey ile birlikte Bekir’i rahatça enforme edip yönlendirici tavsiyelerde bulunabilirsiniz. Yani anlayacağın davul onların boynunda tokmak ise bizde.” dedi ve tekrar karşılıklı gülüştüler. Mehmet bey muzip bir ses tonuyla “Sayın müsteşarım haddimi aşmış gibi olmazsam, zurnacıyı sorsam?” dedi. Fahri bey “Beyefendiden daha iyi zurnacı mı var Memet?” dedi ama kısa bir pişmanlıktan sonra, “Oğlum yerin kulağı var, çok da gevşemesek iyi olur değil mi! Neyse! Konumuza dönecek olursak, gördüğün gibi listede ‘bu olmaz’ diyeceğimiz kimse yok. Akp’nin, 11 kişilik adli yargı aday listesinde üç, 5 kişilik idarî yargı aday listesinde ise sadece iki adamları var. Kendi adamları zannede dursunlar, bunlar hiç de sözümüzden çıkacak kişiler değiller. İnşallah-u Teala! Doğu Bey’in belirttiği gibi Türk yargısının altın çağını yaşayacağı günler yakındır.” dedi. Mehmet bey “İnşallah efendim! Ama listede sanki muhafazakar ve milliyetçi adaylara göre solcu, alevi ve tarikatçı adaylar az gibi geldi. Ne dersiniz?” diye sorması üzerine Fahri bey, “Şanlı ‘Sosyal demokrat‘ seni başkan yaptık. Daha ne olsun! Ayrıca platformumuz dışında kalan solcu ve alevi yargı mensuplarının eskiye uzanan şiddetli cemaat düşmanlığı, seçim tercihlerini bizden yana kullanacaklarına karinedir. Reylerini YARSAV ve bağımsız adaylara dağıttıkları takdirde, tarihi bir fırsatı kaçıracaklarının farkındalar. Kaldı ki, şimdiden bize ulaşan yüzlerce hakim-savcı YARSAV üyesi olduğu halde, seçimde bizimle birlikte hareket etme sözü verdi. İkna etmemiz gerekenlerin çoğu milliyetçi ve muhafazakar kesimlerden oluşuyor. Binaenaleyh, adaylarımızın belirlenmesinde bu realite göz ardı edilmedi.” dedi.

Mehmet bey, “Sayın müsteşarım kesin aday listesini incelediğimde mesleki başarı ve liyakat ölçütünü çok öncelemediğimiz sonucunu çıkarıyorum. Yanılmıyorum değil mi efendim?” dedi. Fahri bey “Mehmet, bayramlık ağzımı açtırma şimdi! Adaylarımızı -sen dahil- mesleki müktesebatlarına göre belirlediğimizi mi zannediyorsun? Bize kılıcı keskin militan ruhlu adamlar lazım. Tasfiyeler nihayet bulduktan sonra liyakati de esas alacağımız zamanlar gelecektir elbette. İpleri tamamen elimize aldıktan sonra siyasal islamcı, demokratik solcu, demokrat alevi ve tarikatçıları önce yönetimden sonra da teşkilattan zamanla uzaklaştıracağımızdan emin olabilirsin. Taktiğimiz; siyasilere ‘Emredin, tabii ki, derhal efendim!’ demek, bunun haricinde, bildiğimizi okuyup, kendi ajandamızı kusursuz tatbik etmektir. Bu süreçte velinimetimiz olan  siyasilerin güvenini kaybetmek gibi bir lüksümüz yok. Aksi davranan bir arkadaşımız olursa, onu derhal görevden almalı ve göze batmayan ama etkili başka bir yere vazifelendirmeliyiz. Onyıllardır beklenen hedefimize ulaşmakta asla aceleci davranmamalıyız. Kendi işimizi yapaduralım, ara sıra da, politikacıların taleplerini yerine getirmeliyiz. O işin reklamını da fevkalade iyi yapmalıyız. Böylece, istikbali de sigorta etmiş oluruz.” dedi. Mehmet bey, “Adaylardan Ahmet Çiçek çok tecrübesiz. Rizeli olduğu ve hükümet desteklediği için onun hakkında bir şey söylemem mümkün değil, bunun farkındayım. Ama HSYK başmüfettişi İsa Demir en zayıf halka gibi. Teftiş kurulundan yakînen tanıyorum. Militan olma potansiyeli dışında çok vasıfsız bir arkadaş. Onun yerine ikame edebileceğimiz bir çok aday var. Listeyi kamuoyuna deklare etmeden önce bu ismi değiştirebilir miyiz? Beyefendiyi ikna etmeniz çok kolay efendim.” dedi.

Fahri bey “Senin en zayıf halka dediğin Çerkez İsa, kendisini hem ülkücü hem de Menzilci olarak tanıtmayı başarmış, istihbaratın yargı içindeki uzantısı olan önemli kişilerden birisidir. Teşkilat-ı istihbaratın yargıdaki kuşudur. Kara propaganda faaliyetleri icra eden sosyal fenomenimiz Kuşçubaşı Eşref’i  idare eden trol ekibini bizzat o yönetiyor. Binaenaleyh bu süreçte ona ihtiyacımız var.” dedi.

Mehmet bey, “Yapmayın ya! Yıllardır bu adamla çalıştım ama böyle bir yönü olabileceği aklımın ucundan geçmedi. Bu mayınla birlikte bir çok göreve gitmiştim, iyi ki üzerine basmamışım. Alimallah gümlerdim!” deyip, yeni bir gülüşmeye sebep oldu. Fahri bey “Saçmalama Mehmet, bu adam senin sıkletinde değil, sen ağır sıkletteysen, o sadece tüy sıklette!” dedi ve tekrar kahkaha attı. Mehmet bey, “Siz bari şişmanlığımı yüzüme vurmayın efendim. Söz veriyorum seçimi alınca üç ayda en az 20 kilo vereceğim.” diye alttan aldı.

Fahri bey, “Sonucu belli olan seçimi beklemene gerek yok! Şimdiden zayıflamaya başlasan iyi olur.” dedi. Devamla, “Ha unutmadan şunu da söylemeliyim. Mailine bir banka hesap bilgisi gönderdim. Seçim için örtülü ödenekten aktarılan havuz hesabımızdır. İhtiyaç halinde buradan doğrudan para çekebileceksiniz. Yani seçime kadar kaynağımız sınırsız.” dedi. Bu son sözleri duyan Mehmet’in yüzü bir kez daha güldü ve “Organizasyon masrafları dışında bu parayı adam satın almada da kullanabilir miyiz yani?” diye sordu. Fahri bey “Zaten organizasyonları başsavcılar yerel imkanlarla finanse edecekler. Kenan bey ile birlikte bu parayı gereken istikamette harcamakta tam yetkilisiniz. Faturalandırmaya gerek yok. Babanız kral olsa bu kıyağı size çekmezdi değil mi?” dedi. Mehmet bey “Aynen öyle efendim. İnanın motivasyonum şu an tavan yaptı. Hedefe kilitlenmiş güdümlü bir mermi gibiyim. Siz ‘tamam yeter’ diyene kadar vazifeye devam!“ dedi.

Fahri bey, “Yargıda Birlik Platformu’nun ilk toplantısı bizim için çok önemli. Çok görkemli olmalı, binlerce kişi katılmalı. Havuz medyamız başta olmak üzere pek çok  basın organı oraya yönlendirilecek. Köpürterek haberler yapılmasını sağlayacağız. Adaylarımız bu toplantılara eksiksiz katılmalı, kendilerini tanıtmalı ve amaçlarımızı kararlı bir şekilde anlatmalılar. Kitleleri iyi yönetmek suretiyle toplantı sonunda kalabalıktan toplu destek sözü alınmaya çalışılmalı.” dedi. Mehmet bey “Efendim stratejimize muvafık şekilde taktikler belirlemenize ve yüksek planlama kabiliyetinize hayranım.” diyerek takdirini dile getirdi.

Fahri bey hafifçe tebessüm ederek, “Meslek hayatımın yarısı kürsülerde geçtiyse diğer yarısı da devletin karanlık dehlizlerinde bu işleri öğrenip uygulamakla geçti. Neyse Mehmetcim, çok uzatmadan konumuza dönelim. Adayların sevk ve idaresinden bizzat sen sorumlusun, aralarında bir problem çıkmasını istemiyorum. Bir sorun iletecekseniz de, yanıma muhtemel çözümlerle gelin. Eksik bıraktığımız veya anlaşılmayan bir şey yoksa görüşmeye son verebiliriz. Bu görüşmeyi yaptığımı da beyefendiye sözlü olarak rapor edeceğim. Ekleyeceğin bir şey var mı?” diye sordu. Mehmet bey, “Ekleyeceğim başka bir husus yok sayın müsteşarım. Beyefendiye saygılarımı ve sağlığına duacı olduğumu iletilirseniz minnettar olurum. Hoşçakalın.” dedi.

Karşı taraf telefonunu kapattıktan sonra, Mehmet bey, cep telefonuna daha önceden ayarladığı kayıt aplikasyonunu sonlardırdı ve “Burası Türkiye, her an her şey değişebilir. Ben de kendimi güvenceye almak zorundayım Fahri bey. Kusura bakma!” diye mırıldandı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-2-sir-toplanti/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-2-sir-toplanti/#respond Fri, 09 Dec 2022 21:31:29 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8996 Savcı Serdar, önceki hafta yaşadığı olayların etkisi altında hayatının belki en kötü hafta sonunu geçirmişti. Özellikle salı günü adliyede yaşadığı hadiseleri öğretmen olan eşi Filiz’e dahi anlatmak istemedi. Onun kendisini bu aşamada anlayamayacağı ve verdiği karardan dolayı şiddetle eleştireceği endişesini taşıyordu. Ailesinin dünya selameti, kendisinin kariyer ve ikbâli için radikal kararlar vermeliydi. En zor olanı […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Savcı Serdar, önceki hafta yaşadığı olayların etkisi altında hayatının belki en kötü hafta sonunu geçirmişti. Özellikle salı günü adliyede yaşadığı hadiseleri öğretmen olan eşi Filiz’e dahi anlatmak istemedi. Onun kendisini bu aşamada anlayamayacağı ve verdiği karardan dolayı şiddetle eleştireceği endişesini taşıyordu. Ailesinin dünya selameti, kendisinin kariyer ve ikbâli için radikal kararlar vermeliydi. En zor olanı herhalde biricik kızı Aylin’i o çok sevdiği öğretmeni ve okulundan ayırmak olacaktı? Bu okul eğitim ve öğretim bakımından vilayetteki en başarılı kolejdi. Ama bu eğitim yuvasını cemaat mensubu hayırseverlerin kurduğunu neredeyse bilmeyen yoktu. 3 yıl önce Aylin’i yarı burslu olarak kaydettirmek için kimleri araya koymamıştı ki!

Sabah otomobiliyle kızını kolejin ana kapısı önüne getirdi, kızı arabadan bir çırpıda indikten sonra babasına hoşça kal öpücüğü bile vermeden koşarak kapıda gördüğü öğretmeninin bacaklarına sarıldı. Öğretmen hanım Aylin’in başını okşadıktan sonra elinden tutup okulun merdivenlerine doğru giderken onlara arkadan bakan Savcı bey birden hüzünlendi, kızını bu okuldan ayırmak zorunda kalacağına ve bu irfan yuvasının belki ilerde kapatılabilecek olmasına üzüldü. Hele her biri fedakâr, cana yakın ve kendilerini eğitime adamış olan bu öğretmenlere ne olacaktı? Herhalde melek gibi bu insanlar aleyhine de ceza davası açma talimatı verilemeyeceğini düşünerek biraz rahatladı. Zira bu öğretmenlerin neredeyse dokunmadığı siyasetçi ve bürokrat çocuğu kalmamıştı. Canlarının içi olan çocuklarını güvenle emanet ettikleri bu temiz simaları herhangi bir suçla yan yana tasavvur etmek için insanlıktan çıkıp İblis olmak gerekirdi.

Adliye yolunda arabayla seyir halinde iken bir yandan da sevip saydığı meslektaşlarının akıbetlerini ve onlara karşı almak zorunda olduğu tutumları düşündükçe kahroluyordu.

Odasına girdi, koltuğuna oturdu ve masasının üzerinde bulunan kırmızı mühürle kapatılmış ve ‘şahsa özel’ yazılı zarfı gördü. Daha önce böyle bir zarf hiç almamıştı. Bu nedenle heyecandan kalbi güm güm çarpıyordu. Çekmecesinden çıkardığı sakinleştirici hapı yuttuktan sonra zarfı özenle açtı. Mazrufta “Sayın meslektaşımız, Devletimizin destek ve himayesinde bağımsız ve tarafsız yargıyı inşa etmek, cemaatin yargıdaki etkinliğini kırmak için ekim ayında yapılacak olan HSYK seçiminde bütün görüşleri bir araya getirerek 81 ilde örgütlenme kararı alınmıştır. Bu minvalde sizi de çekirdek kadromuz içinde kabul ettiğimizi, platformumuza herhangi bir sızmaya mahal vermemek için üyeliğe kabulün ancak 3 kişinin referansı ile gerçekleşebileceğini ve üye sayımızı artırmak için yüksek gayretler sergileyeceğinize olan inancımızı saygıyla arz ederiz. Yargıda Birlik Platformu.” yazıyordu.

Savcı bey, ‘Birlik’ ismini beğendi, çatı örgüt olunacaktı ve devlette bütün imkân ve desteğiyle arkada olduktan sonra sorun kalmıyordu. Kendisine olan teveccüh ve seçilmiş olduğunu da düşününce birden göğsünün kabardığını hissetti. Gözlerini kapadı ve kollarını sonuna kadar yana açarak “İşte bu! Güçlü olan tarafta ve üstelik çelik çekirdekteyim. Hem bu kadar kişi yanılıyor olamaz, yanlışta birleşemez.” diye kendi kendine söylendi. “Aklın yolu birdir, birlikten kuvvet doğar” diye ekleyerek aklını ve vicdanını ikna etmeye çalıştı.

Sonraki gün Başsavcı Harun bey telefonla arayarak savcı Serdar’ı mesaiden sonra çok özel bir toplantıya çağırdı. Akşam saat 18:00’de Savcı Serdar toplantı salonunun önüne geldiğinde bir memur, cep telefonu ve dijital materyaller ile içeri girilemeyeceğini, emanet almak zorunda olduğunu söyledi. Savcı Serdar cebinden çıkardığı iki adet cep telefonunu memura teslim ettikten sonra kapıyı tıklatarak içeri girdi. İçeride Başsavcı dışında Komisyon başkanı Okan, idari Yargı Bölge başkanı Cüneyt, 2.Asliye Hukuk Mahkemesi hâkimi Salim ve Cezaevi savcısı İrfan da vardı. Yuvarlak toplantı masasının üzerinde birkaç tane kalın ve renkli klasör bulunuyordu. Toplantıyı yöneten Başsavcı Harun “Değerli meslektaşlarım, ülkemizin bekâsı bakımından tarihi bir dönüm noktasındayız. Eskiden ülkenin gidişatını generaller belirlerdi, artık bu görev yargıya yani siz değerli yargı mensuplarına geçmiştir. Elimin altındaki bu klasörlerde bu vilayette görev yapan hâkim-savcılar ile bürokratların kişisel, ailevi, siyasi ve ekonomik tüm bilgileri mevcuttur. Bu bilgilerin tamamı aynı zamanda bu hafıza kartlarında bulunuyor. İstihbarat biriminin yıllara uzanan titiz çalışmaları ile oluşturulmuştur. Hayati önemdeki bu seçimlere avantajlı olarak hazırlanabilmemiz için bu fişleme arşivi hizmetimize verilmiştir. Her birinize bu hafıza kartından verilecek, sizden başka hiç kimseyle bu bilgileri paylaşmayacaksınız, zaten kopyalanamaz şekilde üretilmiştir, seçim günü saat 24:00’te içindeki bilgiler otomatikman kendisini imha edecektir. Önümüzdeki hafta başında bu arşivin ışığında bütün meslektaşlarla görüşeceğiz, kimisini tayin ve terfi vaadi, kimisini korkutarak (arşivde değerli video ve resimlerimiz yeterince mevcut), kimisini de menfaat temini (bu konu ile hazır olan iş adamı ve müteahhit heyeti) ile ikna etmenin bütün yollarını ısrarla deneyeceğiz. Her cumartesi akşamı haftalık bilançomuzu Ankara’ya göndereceğim. Gönderilen bilgiler pazar günü merkezde işlenip değerlendirildikten sonra emir ve tavsiyeler aynı gece gönderilecek, bu raporlar doğrultusunda yeni haftanın çalışmalarını yapacağız.” dedi.

Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Cüneyt “Hükümetin seçim sonuçlarının olumlu neticelenmesi halinde maaşlara yüzde 10’luk zam yapılacağı taahhüdü ve sicil affı kararının meslektaşlarımız nezdinde bizi çok cazip kılacağını, Platformumuzu açıkça destekleyenlerin çığ gibi artacağını tahmin ve temenni ediyorum” diye ekledi. Cezaevi savcısı da “Ben de oda ve yatak sayımızı yeni sezona hazır hale getirmek için çalışmaları hızlandıracağım” diyerek kahkaha attı. Savcı Serdar da ortamın havasına kendini kaptırarak hafifçe gülümsedi ama içinden de bu sözün sadece şaka olarak kalmasını temenni etti.

Takriben 2 yıl sonraki o meşum gece ilk ve en kapsamlı infaz emrinin kendi imzası ile başlayacağını nerden bilebilirdi ki? Seri katiller gibi acımasız işlerin atına imza atması için bu süre zarfında biraz daha kılıcının keskinleşmesi gerekecekti. Onu iyi tanıyan oyun kurucuları çembere aldıkları bu normal aile babasının içinden bir soykırım canavarı çıkarmayı başaracaklardı.

 

Serinin ilk yazısı : Akrebin Kıskacındaki Yargı: “Teklif ve Karar”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-2-sir-toplanti/feed/ 0
Son ‘adalet’ silici Bekir Bozdağ, saygı bekliyor! https://hukukpenceresi.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/ https://hukukpenceresi.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/#respond Fri, 18 Nov 2022 20:43:00 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8969 17-25 Aralık 2013 tarihinin hemen sonrasında “talimatı” verilen biat etmeyen muhalif toplum kesimine yönelik soykırım ve imha sürecine ilişkin, sürecin baş aktörlerinden önemli itiraflar gelmeye devam ediyor. Son ifşaatlar, 16 Kasım 2022 tarihli TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında, sürecin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan geldi. Daha öncesinde de eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, yargıda iktidar […]

Son ‘adalet’ silici Bekir Bozdağ, saygı bekliyor! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
17-25 Aralık 2013 tarihinin hemen sonrasında “talimatı” verilen biat etmeyen muhalif toplum kesimine yönelik soykırım ve imha sürecine ilişkin, sürecin baş aktörlerinden önemli itiraflar gelmeye devam ediyor. Son ifşaatlar, 16 Kasım 2022 tarihli TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında, sürecin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan geldi.

Daha öncesinde de eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, yargıda iktidar tarafından desteklenen Yargıda Birlik Platformu (Derneği) çatısında bir araya gelen grubun, “düşman” olarak kabul edilen öteki hakim ve savcıları “yok etme” sürecine dair önemli itiraflarda bulunmuş ve solcu, Kemalist, muhafazakar, milliyetçi ve tarikatçı yargı mensuplarına bu görevi kendisinin bizzat tevdi ettiğini övünerek anlatmıştı.

Bekir Bozdağ, yeni rejimin inşasında “mücahidane” görev almış gözü kara bir nefer olarak, Meclis’te temsil edilen ve perde arkasında birlikte çalıştığı tüm siyasi partilerden eleştiri değil “fütü’yü yargıdan silen adam” olarak saygı duyulmak istiyor.

YARGIYI BİTİRME VAADİYLE GÖREVE GELDİ

15 Temmuz 2016 tarihine kadar başarılı şekilde görevini yerine getiren Cumhuriyet savcısı olarak ben de Bozdağ’ın “siliciliği”nin kurbanı oldum. Tabi bu kolay olmadı, ben ve benim gibi başarılı, çalışkan, dürüst ve işini iyi yapmaya çalışan yargı mensuplarını sistem dışına itmek için Ekim 2014 te yapılan HSYK üye seçimlerini iktidarın kazanması yeterli olmadı. Bunu gerçekleştirmek için 15 Temmuz darbe tiyatrosunu beklemeleri gerekiyordu. Ancak bu sürece dair hazırlık (fişleme-etiketleme) safhasına ihtiyaç vardı. Bozdağ ve ekibi “adamlığını” burada yaptı.

Bozdağ 25 Aralık 2013 tarihinde, Erdoğan tarafından, kendisi ve yakınlarına yönelik soruşturma açma cesareti gösteren yargıyı, etkisiz hale getirme emrini yerine getirmeyi kabul etmesi sonrasında Adalet Bakanı yapıldı. Bu amaç için mevcut yasal mevzuat zorlanacak, gerekirse yenileri yapılacak, ihtiyaç duyulduğunda Anayasa dahi ayaklar altına alınacaktı.

Bekir Bozdağ göreve gelir gelmez kolları sıvadı ve Ergenekon bağlantısı nedeniyle önceden “kızağa” çekilen milliyetçi/ulusalcı Kenan İpek’i kendisine müsteşar olarak seçti.

KADROLAŞMA 6524 SAYILI YASAYLA BAŞLADI

Bozdağ’ın Kenan İpek ile yaptığı ilk icraatları 15 Şubat 2014 tarihli 6524 sayılı, neredeyse tüm maddeleri Anayasa’ya aykırı Yasa’yı iktidar partisinin oyları ile Meclisten geçirmek ve sonrasında Erdoğan’ın imzası 27 Şubat tarihinde yürürlüğe girmesini sağlamak oldu. Bozdağ’ın TBMM’deki konuşmasındaki ifşaatında geçen: “Bakan olduktan sonra HSK’daki herkesin görevine son veren kanunu getirdik. Adalet Akademisindeki görevlere son verdik, bakanlıkta büyük ayıklama yaptık.”

İbaresinin temeli bu yasadır. Bu Yasa, HSYK ve Akademi’de görevli tüm çalışanların görevlerine son verilmiş, yerlerine Bozdağ tarafından kendi “adamları” atanmıştır. Yasa CHP tarafından hemen Anayasa Mahkemesi’ne taşınarak iptali istenmiş, ancak AYM, yasanın yürütmesini hemen durdurmayarak gerekli atamaların yapılmasını beklemiştir. Yasanın ilgili hükümlerinin yürütmesinin durdurulması 10 Nisan 2014 tarihinde gerçekleşebilmiştir. Ancak AYM kararları geriye yürümediğinden, atı alan Üsküdar’ı geçmiş, yani Bozdağ HSYK ve Akademi ile Bakanlık içerisinde kendisine biat etmeyen veya biatı şüpheli bulunan neredeyse herkesi tasfiye etmeyi başarmıştır.

FİŞLEME YAPTKLARINI RESMEN İTİRAF ETTİ

Bozdağ’ın sözlerinde yer verdiği “bütün çalışmalarımızı Yargıtay’dan, Danıştay’dan, yargının içinde FETÖ’yü ayıklamak için yaptık” sözü önemlidir ve fişleme/listeleme çalışmalarını yaptıklarının açık ikrarıdır. Tabi bu süreçte Bozdağ yalnız değildi. Özellikle bürokratik kadrolarına verdikleri talimatları ile CHP ve MHP açıkça Bozdağ’ı desteklediler ve bu “ayıklama” işlemlerini birlikte yaptılar. Bu ortaklığın görünür hale gelip tüzel kişilik olarak beden bulmuş şekli Yargıda Birlik Platformu (Derneği)’dir.

2014 başında üzerinde mutabakata varılan bu birliktelik halen devam etmektedir. Bunun en büyük göstergesi, yargı eliyle, kendilerinden olmayan kişi ve gruplara karşı yapılan soykırımın, insanlık suçlarının muhalif gözüken parti ve temsilcileri tarafından eleştirilmemesi, hatta desteklenmesidir. Zira muhalefet partileri, yapılan bu “sivil soykırımı” bir devlet projesi olarak görmekte, bunları desteklemeyi, hükümetin eylemlerine katkı olarak telakki etmemektedir.

İNSANLIK SUÇU İŞLEDİ, SAYGI GÖRMEK İSTİYOR

Ahmet Davutoğlu ve Bozdağ ile benzer ifşaat ve itiraflarda bulunan iktidar temsilcisi suç ortaklarının ortak özelliği, işledikleri bu insanlık suçlarını büyük bir kahramanlıkmış gibi görmeleri ve muhalif toplumdan da saygı beklemeleridir. Zira bu suçlardan sadece kendilerinin değil, ulusalcı, solcu, Kemalist, ülkücü, Alevi, tarikatçı toplum kesiminin de, daha doğrusu Gülen Cemaati dışındaki herkesin yarar sağladığını düşünüyorlar. Bundan dolayıdır ki bu kutsal mücadele sürecinde eleştirilmek onları şirazeden çıkartıyor. Mutabakatlarına aykırı olarak, solcu, ulusalcı veya milliyetçi bir gazetecinin, onları itham edici bir soru sorması, bir milletvekilinin eleştirmesi onları korkutuyor, endişeye sevkediyor.

Bugün, hukukun kabul ettiği tüm ilkeleri yok sayarak “terör örgütü” ilan etmek için uğraştıkları Gülen Hareketi ile öncesindeki bağlarının ve sempatilerinin birileri tarafından gündeme getirilmesi, iktidar mensuplarının uykularını kaçırıyor. Zira, dünya tarafından kabul görmüş ve Türkiye’nin yakın tarihinde önemli yeri bulunan, barış ve hoşgörü adına çalışmalar yürüten bir sivil toplum örgütünü, iktidar eliyle terör örgütü ilan etmek ve sonrasında sivil bir soykırıma tabi tutmak yaptırımı ağır bir suç. Bu suçun ağırlığından kurtulmak adına, kendilerini suçlayanları da benzer eylemlerde bulunmakla, yani Gülen Hareketi’nin faaliyetlerine katılmakla, çalışmalarını desteklemekle itham ederek korkutmak istiyorlar.

4 BİN 359 YARGI MENSUBU BİR GECEDE ‘TERÖRİST’ İLAN EDİLDİ

Bozdağ konuşmasının devamında yargıdaki katliama dair sayısal istatistikler veriyor: “3 bin 885 hâkim hakkında ihraç, 217 kişi hakkında meslekten çıkarma. Bu kapsamda bugüne kadar 4 bin 359 kişi hakkında işlem yapılmıştır. Bugüne kadar 4 bin 646 hakim ve cumhuriyet savcısı hakkında yürütülen adli işlem var. Bunlardan 2 bin 238 kişi hakkında mahkumiyet kararı verilmiş. 992 kişi hakkında beraat kararı verilmiş. 27 kişi hakkında ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiş. 811 kişi hakkında cumhuriyet başsavcılığınca kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. 157 kişini cumhuriyet savcılığınca soruşturmaları, 411 kişinin yargılamaları devam etmektedir.”

AHLAKSIZ BİR OYUNUN MAĞDURLARIYIZ

İstatistik olarak sunulan sayılar, bu soykırım sürecinde katledilen yargı mensuplarına ait rakamlar. Bu veriler, Anayasal bir hukuk devletinin nasıl “şahsımın devletine” evrildiğini haykırıyor. Ancak muhalefet açısından bunun hiç önemi yok. Çünkü, ayarları ile oynanmış, varlık gayesinden çok farklı şekilde çalışan devlete değil, AKP’ye karşılar. Bundan dolayıdır ki demokrasinin kurallarına göre işlediği, hukuk devleti ilke ve kurumlarının fonksiyonlarını icra ettiği bir Türkiye’de aynı Meclis çatısı altında buluşamayacak iktidar ve muhalefet partisi üyelerinin sergilediği bir Hacivat-Karagöz oyununu izlemek zorundayız. Ben ve benim gibi yüzbinlercesi bu ahlaksız oyunun sadece seyircileri değil aynı zamanda mağdurlarıyız.

Belki bundan dolayıdır bu kurguyu farkedişimiz.

Bazen keşke ben de iktidar ve muhalefet parti üyesi ve destekçilerinin içtiği “mavi” haptan içseydim, o “kırmızı hapı” yutmasaydım ve Matrix aleminde (Reis’in dünyası) yaşamaya devam etseydim diyorum. Ama bunun için çok geç biliyorum…

 

NOT: Bu yazı ilk olarak https://www-tr724-com.cdn.ampproject.org/c/www.tr724.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/amp adresinde yayınlanmıştır.

 

Son ‘adalet’ silici Bekir Bozdağ, saygı bekliyor! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/feed/ 0
Rejimin Militan Yargısı -3- https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-3/ https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-3/#respond Sat, 25 Jun 2022 22:43:44 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8350 Siyasi iktidar, 17/25 Aralık sonrasında TBMM’deki gücünü kötüye kullanmak suretiyle Anayasaya aykırı olarak çıkardığı yasalar (başta HSYK Kanunu) ve Yargıda Birlik üyesi hâkim ve C. Savcılar eli ile millet iradesi yok sayılmış, hukuk devletinin ve demokrasinin temel dayanağı olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, kuvvetler birliğine dönüştürülmüştür. İktidarı frenleyen ve dengeleyen mekanizmalar yok edilmiş, yargı bağımsızlık ve […]

Rejimin Militan Yargısı -3- yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Siyasi iktidar, 17/25 Aralık sonrasında TBMM’deki gücünü kötüye kullanmak suretiyle Anayasaya aykırı olarak çıkardığı yasalar (başta HSYK Kanunu) ve Yargıda Birlik üyesi hâkim ve C. Savcılar eli ile millet iradesi yok sayılmış, hukuk devletinin ve demokrasinin temel dayanağı olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, kuvvetler birliğine dönüştürülmüştür. İktidarı frenleyen ve dengeleyen mekanizmalar yok edilmiş, yargı bağımsızlık ve tarafsızlığı ortadan kaldırılmış, hâkim ve C. Savcıları yürütme organlarına bağlı hale getirilmiştir. Böylece siyasiler ve güdümlerindeki militan yargı mensuplarının ortak tutumlarıyla, demokratik Anayasal düzene çok büyük bir darbe vurulmuştur. Montesquieu’nun öngörüsüne uygun olarak, yasama ve yürütme ülkemizde iktidarın elinde toplandığı için yürütme ile birlikte yargı da zorbalaşmıştır.

Oysa Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’a göre bir yargıç, iktidara, basına, kamuoyuna, diğer yargıçlara ve hatta kendisine karşı bağımsız olmadığı sürece adaletin tesis edilmesi mümkün değildir. Merhum Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının asılması kararını veren Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol’un “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” dediği gibi zamanın militan yargı mensupları da adeta siyasi iktidarın kendilerinden siyasi sanıkların mahkûm edilmelerini istediğini ve kendilerinin de bunu (memnuniyetle veya mecburen) yaptıkları izlenimini veriyorlar.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu Savcısı Serdar Coşkun’un imzası bulunan belge 16 Temmuz 2016’da saat 01:00 düzenlenen tutanak incelendiğinde, o gece henüz gerçekleşmemiş hadiselerin saatler öncesinde bu tutanağa yazıldığı ve soruşturmanın da bu tutanak üzerine başlatılmış olduğu anlaşılıyor. Yine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sözde FETÖ soruşturması alelacele tamamlanmış ve bu yapıyı bir bütün halinde ele alan çatı iddianamesinin 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün önce mahkemeye sunulmuş olması çok manidardır. Bu olgular, kontrollü darbe teşebbüsünde bulunan bir kısım hain askerler ile militan yargı mensuplarının koordineli hareket ettikleri ve aynı merkezden bir plana göre yönetildikleri kanaatini pekiştiriyor.

Militan hâkim ve C. Savcıların ihlal ettikleri hukuk kuralları saymakla bitmez ama bazılarını ana başlıklar halinde sıralayacak olursak: İspat yükümünün sanığa yüklenmesi, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin ihlali (Yasal ve rutin faaliyetlerin örgütsel bir yönü olmadığı halde bu eylemlerin örgüt üyeliğine gerekçe yapılması), Suçta “kanunilik ve belirlilik ” ilkesinin göz ardı edildiği (Bank Asya’ya para yatırılması ve Bylock kullanımı vb.), Suç unsurlarının (özellikle manevi unsurun hiçbir yargılamada) oluşup oluşmadığı tartışılmadan kamu davaları açılması ve mahkumiyet kararları verilmesi, Bir eylemin terör suçunu teşkil edip etmediğinin ancak kesinleşmiş yargı kararı ile tespit edilmesi ilkesi, kanuna aykırı delillere dayanarak davalar açılması, savunma hakkının kısıtlanması ve hatta yok edilmesi ( binlerce avukat müvekkillerinin suçlarından dolayı tutuklanması vb.), maddi gerçeğin açığa çıkarılmasına yönelik etkin soruşturma yapılmaması (15 Temmuzdaki maktullerden çıkarılan mermiler üzerinde balistik inceleme yapılmaması vb.), sanıklar lehine olan delillerin toplanmaması, şüphelilerin kimlik ve resimlerinin medyaya servis yapılarak masumiyet (suçsuzluk) karinesi ilkesinin ihlali ve peşin hükümlülük algısı yaratılması, şüphelilerin işkence, tehdit ve şantajla etkin pişmanlığa zorlanması, soruşturmaları savcı yerine istihbarat ve kolluk görevlilerince yapılması, soruşturma sürecinin ihbar ve gizli tanık beyanlarına dayanması vb.

Ülkemiz mer’i hukuk düzenine göre yargıç ve savcılar, ceza yasalarının metinleriyle bağlıdırlar ve esasen yasaları hukuk yargıçları gibi yorumlayamazlar. Yani yorum yetkileri yoktur. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasının teminatıdır. Bu ilke yargıçların cezalandırma yetkisini sınırsız ve keyfi bir biçimde kullanmasını önleyerek bireye devlet müdahalesine karşı güvence sağlamak için ihdas edilmesine karşın, zamanın militanlaşan yargıçları intikam saikiyle hareket ediyorlar, yüzbinleri bulan bir sanık grubuna karşı düşman hukukunu uyguluyorlar. Suç ve ceza filozofu olan Beccaria’nın “Suçlar ve Cezalar Hakkında” adlı eserinde belirtiğinin aksine bu yargıçlar, nesnel mantıkla hareket etmeyip, kendi görüş, inanç ve duygularına karşı bağımlı ve yanlı karar vermeyi yargılama zannediyorlar.
Türkiye, Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini kabul etmiştir. Ülkemiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir tarafıdır ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin zorunlu yargı yetkisine uymayı 28 Ocak 1990’da taahhüt etmiştir. Ayrıca Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin son fıkrasına göre de bu kararların diğer mer’i yasalara göre daha öncelikli bir bağlayıcılığı var. Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulamamak gibi bir hakkı ve yetkisi olmamasına rağmen kritik birçok yargılamada uygulanmadığına tanık oluyoruz. Muhreç Anayasa Mahkemesi üyeleri, sözde FETÖ sanıkları, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki AİHM kararlarının uygulanmamasını örnek verebiliriz. Kimisi din, kimisi para veya kimisi de dünyevi bir haz adına köleleşmeyi kabul ederek mankurtlaşan bu tip yargı mensupları, efendilerinden aldıkları hukuk dışı talimatlara uymak suretiyle yerleşik evrensel hukuk pratiğini çiğnemekten çekinmemişlerdir.

 

Yazı serisinin önceki bölümleri:

 

Rejimin Militan Yargısı-1

Rejimin Militan Yargısı-2

Rejimin Militan Yargısı -3- yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-3/feed/ 0
Ey Türk Hakim ve Savcılar Bunları Bilmiyor Muydunuz? https://hukukpenceresi.com/ey-turk-hakim-ve-savcilar-bunlari-bilmiyor-muydunuz/ https://hukukpenceresi.com/ey-turk-hakim-ve-savcilar-bunlari-bilmiyor-muydunuz/#respond Wed, 22 Jun 2022 23:29:55 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8338 Bu hafta, altı yıllık haksız hasreti bitiren bir karar ile insanların yüreklerine su serpildi ve gencecik askeri öğrencilerin bir kısmı haklarında verilen hükmün Yargıtay tarafından bozulması üzerine tahliye edildi. Bu gençler 15 Temmuz gecesinden itibaren esir alınmış ve altı yıldır özgürlüğünden, ailesinden, sevdiklerinden ve baharında oldukları hayatlarından koparılmışlardı. Dile kolay yaklaşık 72 ay boyunca gerek […]

Ey Türk Hakim ve Savcılar Bunları Bilmiyor Muydunuz? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Bu hafta, altı yıllık haksız hasreti bitiren bir karar ile insanların yüreklerine su serpildi ve gencecik askeri öğrencilerin bir kısmı haklarında verilen hükmün Yargıtay tarafından bozulması üzerine tahliye edildi.

Bu gençler 15 Temmuz gecesinden itibaren esir alınmış ve altı yıldır özgürlüğünden, ailesinden, sevdiklerinden ve baharında oldukları hayatlarından koparılmışlardı.

Dile kolay yaklaşık 72 ay boyunca gerek kendileri gerekse müdafileri sürekli dilekçeler yazdılar, taleplerde bulundular. Darbeden haberdar olmadıklarını söylediler tahliyelerini istediler.

Bu gençlerin dosyaları yasal olarak en az otuz günde bir, bir sulh ceza hâkiminin ya da üç kişiden müteşekkil Ağır Ceza heyetinin denetiminden geçti.

Dosyaya onlarca savcı temas etti ve görüş bildirdi. Aralardaki itirazlar ve taleplerle birlikte en az yüzlerce hâkim ve savcı bu hukuki garabeti gördü ancak ne yazık ki gerçeğe ve hukuka sırt çevirerek bu insanları hürriyetinden mahrum bıraktı. Ne bir tanesi farklı bir karar verdi ne de bir sayfa muhalefet gerekçesi yazdı. Yazdı ise de ben bilmiyorum.

Neyse ki altı yılın sonunda hangi sâikle olursa olsun gençler özgürlüklerine kavuştu.

Bir tek insanın, bir saat bile haksız yere dört duvar arasında tutulması şüphesiz ki ağır bir insan hakkı ihlalidir ve bu haksız esaretten kurtaran her karar sevinilesi bir karardır.

Ancak bir hukukçu olarak bu karar üzerine bazı sorular sormadan geçemiyorum.

Ey siz kendisini vatanperver Anadolu insanı olarak tanımlayan sıradan vatandaşlar, bu gençlerin o gece hiçbir şeyden habersiz bir şekilde otobüslere doldurularak kalabalıkların ortasına atıldığını, silahlarında bir tek şarjör dahi mermi olmadığını ve hiçbirinin darbe ile ilgili bir faaliyetinin olmadığını bilmiyor muydunuz?

Ey kendisini Cumhuriyetin savcısı olarak tanımlayan, ancak gücün kölesi olmuş, hukukçu unvanını gasp eden rejimin suç ortakları, bu gençlerin işkence edilerek gözaltına alındıklarında darbe yönünde bir iradelerinin olamayacağını ve bunların emir komuta zincirinin son halkası olduklarını bilmiyor muydunuz?

Ey adalet duygusu cüzdanındaki nakit ile doğru orantılı olarak harekete geçen ve kendi gelecek ve menfaati için bir toplumun uçuruma sürüklenmesine göz yuman, imzasını, cübbesini ve değerlerini ayaklar altına alan hâkim görünümlü mahkumlar, siz askeri kurallar ve teamüller gereği astın üstünden emir almasının onun mesleğinin şiarından olduğunu, askeri öğrencinin komutanınca verilen hiçbir emri sorgulama, itiraz etme ve yapmama imkanının olmadığını bilmiyor muydunuz?

Ey dosyaya bakan ancak bakarken gözlerini, vicdanlarını ve beyinlerinin hukukla ilgili kısımlarını kapatan ağır ceza ve istinaf mahkemesi heyetleri, siz bu insanlara mahkûmiyet verirken suçun unsurlarını, suç kastını, nedensellik ilişkisini ve masumiyet karinesinin ne olduğunu bilmiyor muydunuz?

Elbette ki bunları ve daha fazlasını çok iyi biliyorsunuz.

Askeri öğrencinin darbe yapamayacağını çok iyi biliyordunuz,

Bu gençlerin darbe girişimiyle bir ilgisinin olmadığını, darbeyi organize edenlerce farklı gerekçelerle birlik dışına çıkarıldıklarını çok iyi biliyordunuz,

Dosyalarında en ufak bir delil olmadığını ve verdiğiniz mahkumiyetlerin bir talimat gereği olduğunu çok iyi biliyordunuz,

Askerlerin aksine icra ettiğiniz iddiasında olduğunuz hakimlik mesleğinin talimatla çalışmayacağını çok iyi biliyordunuz,

Bu insanları haksız yere cezaevlerinde tutmanın kişi özgürlüğünü kısıtlamak oluğunu ve bu hususun ülke aleyhin milyonlarca dolar tazminata sebep olacağın çok iyi biliyordunuz.

Tüm bunları bile bile kasten ve ısrarla suç işlemeye devam ettiniz. Hem bu insanlara hem adalet duygusuna hem mesleğinize hem de ülkeye yazık ettiniz.

Benim ise cevabını bilmediğim ve anlamlandıramadığım büyük bir soru var.

Bu kadar insana bu zulmü hangi motivasyonla yaptınız.

 

Ey Türk Hakim ve Savcılar Bunları Bilmiyor Muydunuz? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/ey-turk-hakim-ve-savcilar-bunlari-bilmiyor-muydunuz/feed/ 0
FAKİR HALK, ZENGİN İKTİDAR: ALARMI SÖKÜLEN HAZİNE https://hukukpenceresi.com/fakir-halk-zengin-iktidar-alarmi-sokulen-hazine/ https://hukukpenceresi.com/fakir-halk-zengin-iktidar-alarmi-sokulen-hazine/#respond Thu, 16 Jun 2022 10:01:41 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8205 Son birkaç yıldır Türkiye’de ciddi ekonomik sıkıntılar yaşanmakta ve son aylarda enflasyon gayri resmi makamlara göre %70 civarında olup halkın alım gücü gün geçtikçe düşmektedir. Fiyatlar çok kısa aralıklarla sürekli yükselmekte, bunun karşısında alım gücü düşen halk sürekli fakirleşmektedir. İktisat ve ekonomi bilimi bu durumu kendi kriterleri açısından değerlendirip pek çok yanlış uygulamaya imza atıldığını […]

FAKİR HALK, ZENGİN İKTİDAR: ALARMI SÖKÜLEN HAZİNE yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Son birkaç yıldır Türkiye’de ciddi ekonomik sıkıntılar yaşanmakta ve son aylarda enflasyon gayri resmi makamlara göre %70 civarında olup halkın alım gücü gün geçtikçe düşmektedir. Fiyatlar çok kısa aralıklarla sürekli yükselmekte, bunun karşısında alım gücü düşen halk sürekli fakirleşmektedir.

İktisat ve ekonomi bilimi bu durumu kendi kriterleri açısından değerlendirip pek çok yanlış uygulamaya imza atıldığını rahatlıkla ortaya koyabilecektir. Bu konuda ülkenin önde gelen iktisatçı ve ekonomistleri birçok platformda gerek para politikasının gerekse reel ekonomi politikasının yanlışlarını dile getirmişlerdir.

Bu makalede bir ülkede hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ile ekonomik gelişmişlik arasındaki ilişki ele alınacaktır.

Hukukun üstünlüğü kavramı en basit ve kısa tanımla, devletin egemenliğinin hukukla kısıtlanmasıdır. Hukukun üstünlüğü, temel olarak hukukun bir topluluktaki veya ülkedeki yaygınlığını ve yetkisinin yüksekliğini ve özellikle de devlet ve hükûmet yetkisini elinde tutanlara karşı üstünlüğünün kabul edilip uygulanabilmesini, bir başka ifade ile hukuk devletinin varlığını ifade eder.

En genel tanımla hukuk devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, insan hak ve özgürlüklerini koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlarından kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan devlettir[1].

Kişilerin, devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk devleti olmanın en önemli araçlarından ve bu ifadeyi tamamlayan kavramlardan birisi de demokrasidir. Hukuk devleti olmadan demokrasi olmaz[2].

Türkiye’de demokrasiyi hayata geçirme çabalarının yaklaşık 200 yıllık bir tarihi gelişim süreci vardır. 1808’de Sened-i İttifak ile başlayıp, 1876’da Kanun-i Esasi’nin ilanı ile gelişen süreç Cumhuriyetin bir eseri olarak günümüze kadar devam etmiştir. Türkiye 16 Nisan 2017 yapılan referandum ile Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçmiş ve böylelikle yürütme yetkisi ve görevi artık cumhurbaşkanı tarafından yeri getirilmeye başlanmıştır. Pek çok kurum ve kuruluş doğrudan Cumhurbaşkanına bağlanmış, hukuk devletinin vazgeçilmezi olan kuvvetler ayrılığı ilkesinde ciddi sıkıntılar yaşanmaya ve demokratik bir yönetimden ziyade otokratik tek adam rejimine varan uygulamalar yaşanmaya başlanmıştır.

Demokratik sistemlerde kuvvetler ayrılığı prensibi çerçevesinde devletin çatısını yasama, yürütme ve yargı oluşturmaktadır. Bilindiği gibi yasama erkini parlamento ve meclisler kullanmakta, yürütme erkini başkan veya başbakan ve bakanlar kurulu kullanmakta, yargı erki ise bağımsız yargıçlar tarafından kullanılmaktadır. Bu üç erk arasında öncelik ya da üstünlük söz konusu değildir. Bu ilkeler anayasalarda ve yasalarda açıkça yazılmasına, doktrin ve uygulayıcılar tarafından güçlü bir biçimde dile getirilmesine karşın, pratikte yasama ve yürütme erkleri, ülkemiz uygulamasında olduğu gibi, tek elde toplanmakta ve üstesinden gelinemeyecek bir güç haline dönüşmektedir. İşte bu koşullarda kişisel hak ve özgürlüklerin korunması yanında, hukukun üstünlüğü ve hukuk devletinin gerçekleşebilmesi için, bağımsız yargı çok büyük bir önem taşımaktadır[3].

Yukarıda izah edilen kavramlar bağlamında maalesef son yıllarda Türkiye, World Justice Project tarafından dünyanın her ülkesinden akademisyen ve hukukçuların katılımıyla hazırlanan Rule of Law Index (Hukukun Üstünlüğü Endeksi) sıralamasında çok gerilerde yer almaktadır. Türkiye, 2021 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde (Rule of Law Index) 139 ülke arasında 117’inci sırada ve coğrafi bölgelere göre kategorize edilen endekste, Doğu Avrupa ve Orta Asya grubunda bulunan 13 ülke arasında ise Rusya’nın da gerisinde sonuncu sırada yer almıştır. World Justice Project’in 2020 endeksine göre geçen yıl hukukun üstünlüğü konusunda 128 ülke arasından 107’inci olan Türkiye, 2021 endeksinde ise 139 ülke arasından 117’inci olmuştur. Hukukun üstünlüğünde ilk 10’da Danimarka, Norveç, Finlandiya, İsveç, Almanya, Hollanda, Yeni Zelanda, Lüksemburg, Avusturya ve İrlanda yer almıştır.[4]

Aynı rapor çerçevesinde Türkiye yolsuzlukla mücadele konusunda ise 134 ülke arasında 69’uncu sırada yer almıştır. Hukukun üstünlüğünde ilk 10’da yer alan ülkelerin ekonomilerinin güçlü, kişi başına düşen gelir bağlamında halklarının zengin olduğu ilk bakışta dikkat çeken bir durumdur.

Pek çok araştırma ve bilim insanına göre hukukun üstünlüğü ekonomik kalkınmayı olumlu yönde etkilemektedir. Bu çerçevede ülkelerin hukukun üstünlüğünün göstergesi olarak; devletin işleyişinde ve politika uygulamalarında şeffaf, hesap verilebilir, öngörülebilir olması ülkeyi yatırımlar için cazip hale getirecek ve sonuçta ekonomik büyümeyi destekleyecektir. Türkiye örneğinde, 2004 yılında Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin başlaması ile birlikte, birçok hukuksal ve demokratik reformlar hayata geçirilmiş ve sonuç olarak doğrudan yabancı yatırımlar, 1 milyar $ düzeyinden 27 milyar $ düzeyine yükselmiş ve buna paralel olarak milli gelir ve dolayısıyla kişi başı gelirde önemli artışlar kaydedilmiştir. Kişi başı gelir 2002 yılında 3688$ iken 2009 yılında 9104$’a, 2013 yılında ise 12614$’a yükselmiştir. Hukuk reformları aynı ölçüde devam etmediği için yatırım düzeyi düşmüş, kişi başı gelir 2020 yılında 8550$’a gerilemiştir.

Görüldüğü gibi ekonomik kalkınma düzeyini artırabilmek için hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi oldukça önemlidir. Bu bağlamda öncelikle var olan hukuki normların uygulanması, uluslararası hukuk kurallarının ve evrensel hukukun gereksinimlerinin ulusal hukuk sistemi içine entegre edilmesi ve uygulanabilirliğinin sağlanması ve adaleti tesis etmekle görevli bireylerin bu ilkeler doğrultusunda eğitilmesi gerekmektedir[5].

Türkiye’de hukukun üstünlüğünün açıktan veya örtülü olarak rafa kaldırıldığı durumlarda  ekonomik sıkıntılar yaşanmıştır. Örneğin 28 Şubat 1997’de yapılan Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla “irtica“ya karşı başlayan ordu ve bürokrasi merkezli süreç ile  Türkiye‘de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda değişimler yaşanmıştır. Yaşananlar postmodern darbe olarak adlandırılmıştır.  Bu koatik ortamda ülkede gündem “irtica ile mücadele” olarak adlandırılırken bankaların içi boşaltılmış, o zamanın tabiri ile bankalar yani milletin parası ‘hortumlan’mıştır. O zamanın dikkat çeken uygulamalarının başında MGK tarafından hakimlere verilen irtica ile mücadele konulu seminerlerdir. Yargı bağımsızlığına gölge düşüren bu uygulama ve seminerlere katılan hakimler yıllarca eleştirilmiştir.

17-25 Aralık Operasyonları olarak adlandırılan ve 4 Bakanın karıştığı milyon Dolarlık yolsuzluk operasyonlarından sonra Hükumet, önce bu operasyonları yapan polisleri ve yargı mensuplarını görevden alıp akabinde tutuklanmalarını sağlamıştır. Bu operasyonlardan sonra bir daha bu tarz yolsuzlukların ortaya çıkartılmasının önüne geçmek amacıyla yargısal ve yapısal değişikler yapılmıştır. Bu konuda son nokta Hükumet tarafından 15 Temmuz Darbe girişimi bahane edilerek olağanüstü hal rejiminin ilanı ile birlikte kolluk görevlilerinin de dahil olduğu binlerce kamu görevlisi ve yargı mensubu görevden alınmış pek çoğu tutuklanmıştır. Aynı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi 15 Temmuz’dan sonra ülkede kaotik bir rejim kurulmuş ve iktidar partisi tarafından pek çok kurumla birlikte yargı da yeniden dizayn edilmiş ve Hükumet destekli Yargıda Birlik Derneği üyeleri tarafından tamamen iktidara bağlı hale getirilmiştir.

Her ne kadar yargıda yapılan görevden almaların ve yeni sistemin yargıdan belli bir grubu temizleyip yargıyı bağımsız ve “milli” hale getirmek amacıyla yapıldığı söylense de yukarıda da izah edildiği gibi hukukun üstünlüğü endeksinde ülkenin geldiği nokta bu amacın realiteden çok uzak olduğunu göstermektedir.

Bu çerçevede yeni yargı sistemi ve üyelerinin görevi Hükumet aleyhine olabilecek herhangi bir soruşturmayı önlemek, gerekirse onları aklamak ve muhalifleri sindirmekten öteye gitmemektedir. Ülkede yapılan her ihale usulüne uygun olmasa da sürekli belli kişilere verilmekte, yolsuzlukların önü açılmakta, hesap sorulamaz bir sistem kurularak Hazine ve pek çok kurumun içi mali kaynaklar yönüyle boşaltılmaktadır. Bir başka ifade ile vatandaşın ödediği vergiler dolaylı ya da doğrudan birilerinin cebine gitmekte, halk gün geçtikçe fakirleşirken birileri zengin olmaktadır.

Yeni Asya gazetesinde yayınlanan bir karikatürle İbrahim Özdabak’ında ifade ettiği gibi Hazine’ye başta takılmayan güvenlik alarmı ülkenin geldiği noktada fiyatlardaki artış nedeniyle artık bir litrelik sütün üstüne takılmaktadır. Halkın parasına, bir anlamda Hazineye sahip çıkıp keyfi şekilde harcanmasını ve hortumlanmasını engelleyecek tek kurum bağımsız yargıdır. Bu bağlamda 15 Temmuz sonrası yapılan tasfiyelerin amacı daha net anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak demokrasiden uzaklaşmış, hukukun üstünlüğünün olmadığı, yargının bütün birleşenleri ile hükumete bağlı olduğu bir ülkede halkın vergilerinin yani Hazinenin hortumlanması, ekonomik hayatın zorlaşması, enflasyonun artması ve halkın her geçen gün fakirleşmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bu fakirleşme sarmalından çıkışın tek yolu ise ülkede yeniden bağımsız yargıyı tesis etmektir. “Fiat justitia ne pereat mundus”[6]

 

[1] https://www.anayasa.gov.tr/Kararlar/GenelKurul/Basvuru_Karari/2017-9.pdf

[2] Mahfi EĞİLMEZ, https://www.mahfiegilmez.com/2019/12/hukukun-ustunlugu-ve-ekonomi.html

[3] Özdemir ÖZOK, NEDEN BAĞIMSIZ YARGI?, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2005-60-167

[4] https://worldjusticeproject.org/our-work/research-and-data/wjp-rule-law-index-2021

[5]Fatih KARA, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜN KALKINMA GÖSTERGELERİNE ETKİSİ: PANEL VERİ ANALİZİ, http://adudspace.adu.edu.tr:8080/jspui/bitstream/11607/4485/1/3152.pdf

[6] “Dünyanın yıkılmaması için adalet yerini bulmalı”

 

FAKİR HALK, ZENGİN İKTİDAR: ALARMI SÖKÜLEN HAZİNE yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/fakir-halk-zengin-iktidar-alarmi-sokulen-hazine/feed/ 0
Rejimin Militan Yargısı -2- https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-2/ https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-2/#respond Sun, 12 Jun 2022 07:01:52 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8163 Militan hâkim ve savcılara göre yargı kurumu, siyasi otoriteden bağımsız değildir, hatta siyasi otoriteye oldukça bağlıdır. Daha çok totaliter ülkelerde bulunan militan yargı, rejimi korumak için mücadeleci ve illegal bir üsluba sahiptir. Kendi amaçlarını her türlü ahlaki ve dini değerden üstün görmektedirler. Güvenlikçi anlayışları, adalet anlayışının önünde olduğu için bir yargı mensubu gibi değil adeta […]

Rejimin Militan Yargısı -2- yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Militan hâkim ve savcılara göre yargı kurumu, siyasi otoriteden bağımsız değildir, hatta siyasi otoriteye oldukça bağlıdır. Daha çok totaliter ülkelerde bulunan militan yargı, rejimi korumak için mücadeleci ve illegal bir üsluba sahiptir. Kendi amaçlarını her türlü ahlaki ve dini değerden üstün görmektedirler. Güvenlikçi anlayışları, adalet anlayışının önünde olduğu için bir yargı mensubu gibi değil adeta cübbeli rejim muhafızı gibi hareket ederler.

Ülkemiz yargısının utanç verici bu duruma getirilmesinde ana rol oynayan Yargıda Birlik üyeleri de yürütme ile uyumlu çalışacaklarına dair söz birliği yapmış ve bunu deklare ederek faaliyetlerine başlamışlardı. MİT’in 2010 tarihinden itibaren yargı mensupları ile temaslara başladığını, 2013 Aralıktan itibaren ise il il dolaşıp diğer kamu görevlileri ile birlikte binlerce hâkim ve savcıya gizli gizli seminerler verdiklerini biliyoruz. 28 Şubat post-modern darbe sürecinde de silahlı kuvvetlerden brifing alan bir yargı camiası olduğunu hatırlayınız. Ayrıca aralık 2012 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı’nın idari veya adli yargıda “hâkim ve savcılar arasından” kurumlarına hukuk müşaviri alacağını açıklamasından sonra yüzlerce hâkim ve cumhuriyet savcısı MİT’e geçmek için başvuruda bulundu. Bu konu “adalet.org” adlı internet sitesinde de eleştirel olarak işlenmişti. Mit, bu süreçte devşirdiği bu yargı mensuplarını resmen bünyesinde istihdam etmiştir. İstihbarat elemanları haline dönüştürülen yüzlerce hâkim ve savcının yargıdaki tesirini düşünebiliyor musunuz? 2016 yılındaki binlerce hâkim ve savcının fişlenip tasfiyesinde bu kadronun çok ekili olduğunu tahmin etmemek mümkün değil.

Rejim, ele geçirdiği yargı gücünü kendi amaçları için tepe tepe ve hoyratça kullanmaktadır. Maalesef yargı da -devletçi bir anlayışla- rejim muhaliflerine karşı kendisini bir silah gibi kullandırmaktadır. Şüphesiz militan yargının temelleri 17/25 Aralık sonrasında 2014 Ekim ayında oluşturulan HSYK ile atıldı. Yargıyı şekillendirmeye de buradan başlandı. Siyasi irade öncelikle kendi kadrolarını yargı içerisinde etkin hale getirmek için stratejik atamalar yaptı. Siyasi iktidar ve bileşenleri, Yargıda Birlik Platformu’nu cemaate yakın olmakla suçladığı kişilere karşı bir koalisyon olarak kurdu. Tarikatçı, milliyetçi, ulusalcı, liberal ve solun büyük kısmının desteği alındı. AKP’nin aslında sadece cemaati değil iktidarına muhalif gördüğü herkesi hedefine aldığı bariz idi. Ama ilk etapta bu anlaşılamadı veya öngörülemedi. Suça bulaştıktan sonrada birçok hakim ve savcı için geri dönülemez bir durum ortaya çıktı. Siyasal iktidar bunun yanında olağanüstü hâl tipi uygulamalarını süreklileştirmek ve kendileri aleyhine yürütülebilecek soruşturma ve davaları baştan bertaraf etmek için yasal düzenlemeler yaptı. Yargıda Birlik Platformu üyeleri de siyasal iktidara her türlü hukuksal danışmanlık ve kadro desteğini sundu.

Bu yasal düzenlemelerle birlikte 2014 yılı içinde kurulan Sulh Ceza Hakimlikleri militan yargının tesis edilme sürecinin en önemli proje kurumudur. Muhreç hâkim Kemal Karanfil’in de bir demecinde beyan ettiği gibi SCH’leri iktidarın canının istediği kararları almak, istediği kişileri gözaltına alıp tutuklamak, kayyım atamak ve bazı soruşturmalardan da kurtulmak için anayasaya aykırı olarak kurulmuştur.

Bu hakimliklere genel olarak MİT’in sakıncasız bulduğu ve siyasal iktidara tam tabii olmuş kişiler atanmışlardır. Ayrıca geçen 6 yıl içinde teşkilatın tüm kademelerine yeni yeni atamalar yapmak suretiyle yargının genel yapısı ürkütücü boyutta değiştirilmiştir. Karakollardan savcılıklara, alt derece mahkemelerinden istinafa, istinaftan Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’ne uzanan yargı zincirinde ortak bir eylem birliği olduğunu görüyoruz. Dr. Hasan Dursun ve Mustafa Doğan’ın kaleme aldıkları Bir Soykırım Silahı Olarak Türk Yargısı kitabının 152. Sayfasında: “Anayasa Mahkemesi resmi internet sitesinde, Gülen Hareketi mensupları ile ilgili davalar kastedilerek ‘PDY ile ilgili müdahaleler bağlamında yapılacak başvurularda kullanılacaktır’ notu ile çeşitli karar şablonları yayınlanmıştır. Buna göre AYM’nin Gülen Hareketi mensupları hakkındaki davalarda, hangi meslek grubuna ne tür bir karar verileceği önceden bir tarifeye bağlanmış, şablonlar oluşturulmuş, ihsas-ı reyde bulunulmuştur.” Bu şablon kararların alt derece mahkemelerinde de kullanıldığını görüyoruz. Kolluk ve yargı mensupları önüne gelen olaylarda adeta ‘Erdoğan burada olsa ne yapardı?’ diye empati yaparak veya doğrudan saraydan gelen talimatlara göre karar veriyorlar. AKP örgütünün etkin bir üyesi gibi zamanın baskın anlayışına bağlı kalarak görevlerini icra ediyorlar. Görüldüğü üzere bunların her biri hâkim savcı görünümlü birer militandırlar. Bu militan zihniyet adliyeleri, adalet dağıtan kutsal mekanlar olmaktan çıkarıp insanların adil yargılanma haklarını ayaklar altına almışlar, suç ve suçlu belirleme görevini vesayet altına girdikleri siyasilere bırakmışlardır. Adeta adaleti toplum ve devletin temeli olmaktan çıkararak politikacıların bekalarına hizmet eden bir araca dönüştürmüşlerdir. Toplum ve devlet içinde meydana gelen aykırılıkları yargılayıp herkes için kamu düzenini temin etmekle görevli olan ülke yargısı, bizatihi sorunun kendisi haline gelmiştir. Atalarımızın deyimiyle artık tuz kokmuştur. Bürokrasinin genelinde meydana gelen bu tefessühten en çok payı yargı kurumu almıştır. Bütün kişi ve kurumlar doğrudan veya dolaylı yargıyla içli dişli olduğu için yargı kurumunda baş gösteren kanserin hızla diğer kurumlara ve topluma metastaz yaptığını gözlemliyoruz.

Bu militan kadronun etkin olması ile birlikte yargı, siyasi iradenin sopası haline gelmiştir. Siyasi irade bu sopa ile önünde engel gördüklerini dövüp etkisiz hale getiriyor. Hukukçu Dr. G. Güneş’in de belirttiği gibi bu kadronun tamamını da Yargıda Birlik üyeleri oluşturuyor. Bu kişilerin, siyasi iradeden gelen emir ve talimat dışına çıkamayan, iktidarı rahatsız etmemek adına evrensel hukuk ilkelerine, AİHM kararlarına ve hatta Yargıtay’ın yüz yıllık içtihatlarına aykırı olarak oluşturdukları garabet kararlarla yıllardır insanların hayatlarını karartan ekipten olduklarını üzülerek müşahede ediyoruz. Militanlaşmış hâkim ve savcılardan oluşan ve ‘Adalet’ten soyutlanmış ülke yargısı, gücü elinde bulunduranların elinde acımasızca kullanılmaktadır. Oysa adaletin hâkimiyetini hissettirdiği bir ülke güçlü ve halkı da bahtiyar iken; siyasetin vesayetine girmiş bir yargının egemen olduğu ülke ise harabe ve içindeki insanlar da sahipsizdir.

 

SERİNİN İLK YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ:

Rejimin Militan Yargısı -2- yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-2/feed/ 0