aihm arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/aihm/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Thu, 25 Jan 2024 22:04:30 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg aihm arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/aihm/ 32 32 Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey! https://hukukpenceresi.com/bu-da-mi-gol-degil-hakim-bey/ https://hukukpenceresi.com/bu-da-mi-gol-degil-hakim-bey/#respond Thu, 25 Jan 2024 21:57:32 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9194 Hukukçu olmasa da Türkiye’de, kahvede oturan kalabalığın bile batak oynarken bildiği temel hukuk bilgileri ne yazık ki vardır. İronik bu durum Türkiye’de normal görülür. Çünkü herkes azıcık Hukuk, azıcık Futbol, azıcık Bürokrasi bilir ama maalesef konuşunca azıcık kavramı kaybolur kafalarında. Teknik direktörden fazla taktik, doktordan fazla tıp bilen yurdum insanının ezbere bilebileceği bir şey de […]

Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hukukçu olmasa da Türkiye’de, kahvede oturan kalabalığın bile batak oynarken bildiği temel hukuk bilgileri ne yazık ki vardır. İronik bu durum Türkiye’de normal görülür. Çünkü herkes azıcık Hukuk, azıcık Futbol, azıcık Bürokrasi bilir ama maalesef konuşunca azıcık kavramı kaybolur kafalarında. Teknik direktörden fazla taktik, doktordan fazla tıp bilen yurdum insanının ezbere bilebileceği bir şey de Hukuk’tur.

Siz Anayasanın size verdiği hak ile hakkınızı ararsınız ve iç hukuk yollarını bitirirsiniz. Siyasetin bir şeyi(!) olan iç hukuk yolları haksız kararlar alır ve siz de hakkınız olarak AİHM’e gidersiniz. AİHM’e gitmek ve sonrası çok ciddi bürokratik zorluklar ile mümkün olmaktadır. Bütün bu zorluklara rağmen hakkınızı ararsınız. Ve neticede sizin gibi binlercesini ilgilendiren kararlar alırsınız.

Yani adaleti “dıj güçler” de aramanız kendini “iç güç, yerli, millî hatta İslami” sanan bir despot yönetim ve onların güç olarak kullandığı Adli Mekanizmanın zoruna gider. Yeniçerilerin “istemezûk” kafası gibi doğru da olsa, hak da olsa kabullenmek istemezler. Yakın zamanda Yargıtay’ın AYM’nin kararını tanımayıp üstelik yasama organı Meclis’e bile ayar veren zihniyete sahip bir yargının AİHM kararını takacağını düşünmek kimilerine göre saflık olur. Oysa önemli olan nokta, istenilen neticenin alınmasından ziyade (ki bir gün elbet alınacak) verilecek mücadelenin bizzat kendisidir. Bu bir futbol maçı değildir, kazanma ya da kaybetme eksenli değildir. 100 yıl geçse de muhatapları yaşamasa da, adalet doğru karar vermeli, gıyabında bile olsa iade-i itibar yapmalıdır. Bu geride kalanlar üzerinde bir sorumluluktur. Burada özne bir birey değil bizzat insanlık ve insan hakkıdır. Nitekim bazen kahvehanede kulağa çalınan “emsal karar” kavramı da bunun basit bir işaretidir.

Hz. Hüseyin’e Küfe yolunda birileri “Ey Hüseyin, Kufeliler’e güvenme Onlar babanı ortada bıraktılar, onların daveti ve güveni yalandır.” deyince verdiği cevap günümüz aydınına ders niteliğindedir.

Ben birilerine güvenip bu yola çıkmış değilim. Ama ortada büyük bir zulüm ve Adaletsizlik var. Ben bu yola çıkıyorum, zayıf ve sayıca az olabiliriz, yenilebilir, öldürülebiliriz ama ben bugün bu mücadeleye girmezsem yeryüzünde bundan sonra kimse Hakkı, adaleti korumaz, Zulme başkaldırmaz. Adaletsizle mücadele etmez. Sayılara güvenen zulmeder haklılar da hakkını aramaz”

Yalçınkaya Davası ve sonrasına belki de böyle bakmak daha isabetli olur.

Bir mücadele ki ilk Mahkemeden son Mahkemeye kadar hakkını arayan kişinin sürekli attığı goller sayılmayıp ofsayt denerek iptal edilmiş. VAR’a bile gitmeye tenezzül edilmemiş. Sonuçta hep iptal edilen Gollere binaen bu son gole de (AİHM) ofsayt demeye kalkan Türk Yargı üyelerine bir daha demek isterim ki adalete dönün bakın haksızlığınız arşa dayandı. Hukukun üstünlüğü sıralamalarında 139 ülkeden 117. olmanızın gösterdiğini ve bunu itiraf eden Bakanınıza da tekrar diyorum ki “Bu da mı Gol değil”, daha ne bekliyorsunuz eğer Hukuk insanı(!) iseniz. Böylesi bir hukukçunun tanımını Hasan Dursun Bey’in “Günah ve Hukukçu makalesinde bulabilirsiniz. Sayın Dursun mevcut durumu “Adliyeler günahkâr hukukçuların mekânı ve bunlardan çoğunun mabedi.” şeklinde tanımlamış. Adaletsizlik yapmayı artık bir tapınma ritüeli haline getirenlerin tapınakları maalesef Adalet Sarayları oldu.

Bu yazıda dinî olaylara çok referans verdik. Kendini bir dini yapının üyesi sayıp karar veren şu an ki yargı üyeleri umuyorum ki aldığı kararlardan dolayı “İki hakimden biri cehennemdedir” hadisini duyup idrak etmişlerdir. Yaptıklarını bir dini mücadele sayan (!) acınası Hukuk karar vericilerine bu hatırlatmayı yapmış olayım.

Bununla beraber Yalçınkaya Davası için (onun adı olsa da) Zulme karşı tarafını Adalet’ten yana koyan bir avuç hukuk insanını da taktir etmek gerek.

Çoğunluğun kendi haklarını aramaktan korkup çekindiği noktada yukarda bahsettiğim Hz. Hüseyin’in sözlerine hayat vermek adına, aldığı hukuk eğitimi ve elde ettiği birikimin yüklediği sorumluluk ile, başkalarının haklarını savunmak adına hareket edenlere selam ve saygı ile.

Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/bu-da-mi-gol-degil-hakim-bey/feed/ 0
AİHM KARARLARININ UYGULANMASI, OBJEKTİF ETKİSİ VE YALÇINKAYA KARARININ EMSAL KARAR OLMA NİTELİĞİ https://hukukpenceresi.com/aihm-kararlarinin-uygulanmasi-objektif-etkisi-ve-yalcinkaya-kararinin-emsal-karar-olma-niteligi/ https://hukukpenceresi.com/aihm-kararlarinin-uygulanmasi-objektif-etkisi-ve-yalcinkaya-kararinin-emsal-karar-olma-niteligi/#comments Sun, 01 Oct 2023 18:07:07 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9095 Bireysel hak ihlaline ilişkin AİHM veya AYM kararlarının, davanın tarafları, yani başvuran ve devlet (hak ihlali yapan kamu makamı) yönünden bağlayıcı olmasına subjektif etki, aynı kararın, başvuran ile aynı/benzer durumda olanlar hakkında uygulanmasına ise objektif etki denilmektedir. AYM İbrahim Er kararında bu hususa değinmiş ve objektif etkinin subjektif etkiye göre daha ön planda olduğunu, yani […]

AİHM KARARLARININ UYGULANMASI, OBJEKTİF ETKİSİ VE YALÇINKAYA KARARININ EMSAL KARAR OLMA NİTELİĞİ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Bireysel hak ihlaline ilişkin AİHM veya AYM kararlarının, davanın tarafları, yani başvuran ve devlet (hak ihlali yapan kamu makamı) yönünden bağlayıcı olmasına subjektif etki, aynı kararın, başvuran ile aynı/benzer durumda olanlar hakkında uygulanmasına ise objektif etki denilmektedir. AYM İbrahim Er kararında bu hususa değinmiş ve objektif etkinin subjektif etkiye göre daha ön planda olduğunu, yani bu tür kararların genel bağlayıcı etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır (Bkz. İbrahim Er, B.No: 33281, 26.1.2023, P. 45,46).

AİHM bir temyiz mahkemesi değildir ve kararları ulusal mahkeme kararlarını doğrudan değiştiremez ve ortadan kaldıramaz. AİHM verdiği kararlar ile sadece AİHS hükümlerinin ihlal edilip edilmediğini tespit eder. İhlal kararları AİHS m.46 gereğince bağlayıcıdır ve infazı Bakanlar Komitesi tarafından denetlenir. Söz konusu maddede kararların nasıl yerine getirileceğine ilişkin bir hüküm yoktur. Bağlayıcı kararın nasıl yerine getirileceğini taraf devletin kendisi belirleyecektir.

Taraf devlet, AİHS’in 1. maddesi gereğince kendi yetki alanında bulunan herkesin Sözleşme’deki hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlama yükümlülüğü altındadır ve bağlayıcı AİHM kararı ile tespit edilen hak ihlalini gidermek ve ihlal öncesi durumu sağlayarak hak ihlalinin sonuçlarını ortadan kaldırmak, mümkün olduğunca eski hale getirmek zorundadır. Bu noktada uluslararası hukuka göre taraf devlet için üç yükümlülük söz konusudur: Hak ihlaline neden olan (haksız) fiilin durdurulması, zararın tazmin edilmesi ve benzer ihlallerin önlenmesi (genel önlemler/objektif etki). Bu yükümlülüklere ayrı ayrı kısaca bakalım.

a) Adil Tazmin: Bu konu AİHS’nin 41. maddesinde düzenlenmiştir. İhlalin sonuçları kısmen kaldırılabiliyorsa Mahkeme zarar gören taraf lehine bir tazminata hükmeder. Adil tazmin, Mahkeme’nin taraf devlete açıkça ve doğrudan yüklediği(icrasını emrettiği) tek önlemdir. Bu nedenle icrası ve denetlenmesinde bir zorluk bulunmamaktadır.

b) Başvuranla İlgili Bireysel (Subjektif) Tedbirler: Bunlar genellikle iç hukukta yargılamanın yenilenmesi, eski hale getirme (ihlal edilen hakların iadesi vb.) ve maddi olmayan diğer tedbirlerdir. Bu tedbirlerin ihlali giderip gidermeyeceği ve icrası Bakanlar Komitesi tarafından denetlenir. Komite bu denetlemeyi yaparken daha çok, mağdurun mevcut durumuna bakmaktadır. Komite bu denetlemede, mağdurun verilen cezayı çekip çekmediği, özgür olup olmadığı, haksız tutulma için tazminat verilip verilmediği, yasaklanan veya elkonulan haklarının iade edilip edilmediği gibi, hak ihlali ile ortaya çıkan tüm sonuçları ve bunların giderilip giderilmediğini değerlendirir. İç hukukumuzda, AİHM’in verdiği ihlal kararlarının icrası “yargılamanın yenilenmesi” kanun yolu olarak, ceza mahkemeleri kararları bakımından CMK’nın 311/1(f) maddesinde, Danıştay, idare ve vergi mahkemeleri kararları bakımından 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 53/1(ı) maddesinde düzenlenmiştir.

c) Genel Tedbirler (Objektif Etki): Bu tedbirler, ihlal kararına konu edilen aynı türden hak ihlallerinin önlenmesi amacını taşıyan tedbirlerdir. Taraf devletler, Sözleşme’nin 1. ve 46. maddeleri bağlamında hak ihlallerini önlemek için genel tedbirler alma yükümlülüğünü kabul etmişlerdir. Bakanlar Komitesi aynı tür ihlallerin tekrar etmemesi için taraf devletten talepte bulunur. Taraf devlet, aynı tür ihlalleri önlemek için genel olarak yasa veya içtihat değişikliği gibi tedbirler almak suretiyle Sözleşme ve AİHM içtihatlarıyla uyumluluğu sağlar. Bakanlar Komitesi’nin tavsiye kararları da bu yöndedir (örneğin 2004/5 sayılı tavsiye kararı). İhlalin yasa veya içtihattan kaynaklanmadığı durumlarda ise, ilgili kamu kurumundan gerekli tedbirleri alması istenerek Sözleşme ve AİHM kararlarının gereği yerine getirilir.

AİHM kararlarının muhatabı devletlerdir. Ancak AİHM içtihatlarının öncelikle ulusal mahkemeler tarafından dikkate alınması ve ulusal hukukun bu içtihatlar yönünde geliştirilmesi gerekmektedir. AİHM kararlarında tespit edilen ihlalin mahkeme uygulamalarından ve içtihatlarından kaynaklandığı tespit edilmiş ve ulusal mahkemeler içtihatlarını değiştirme yoluna gitmemişlerse, sorumlu devlet gerekli anayasal veya yasal düzenlemeleri yaparak ihlalin tekrar etmesini önleyecek tedbirleri almak zorundadır (Ebru Karaman, İÜHFM C. LXXII, 2014, S. 1, s.423).

AİHM, ByLock kullanmak, Bank Asya’da hesabı bulunmak, sendika ve derneğe üye olmak iddialarıyla terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasına mahkûm edilen öğretmen Yüksel Yalçınkaya’nın başvurusu üzerine, özetle, suçun manevi unsurunun varlığının araştırılmadığını ve ispat edilemediğini, mahkûmiyete esas alınan ByLock iddiasının suçun unsurları ile bağdaşmadığını, söz konusu iddiaların Sözleşme’nin 7. maddesindeki “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesine aykırı olduğunu, ayrıca 6. maddedeki adil yargılanma hakkının ve 11. maddedeki örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğini belirterek, hem başvuran lehine ihlal kararı vermiş, hem de Türkiye’de 15 Temmuz 2016 sonrası benzer iddialarla hakları ihlal edilen yüz binlerce insan için emsal niteliğinde bir içtihat oluşturmuştur.

Mahkeme, kararında ihlalin giderilmesi için yukarıda belirtilen her üç tedbire de işaret etmiştir. Bu bağlamda başvuran lehine tazminata hükmetmiş, başvuranla ilgili bireysel tedbirler (subjektif etki) kapsamında ise Türk hukukundaki düzenlemeye atıfta bulunarak CMK’nın 311/1(f) maddesindeki “yargılamanın yenilenmesi” yolunun başvuranın mağduriyetinin giderilmesi için en uygun yol olacağını belirtmiştir (P. 409-412). Mahkeme bununla yetinmeyerek aynı türdeki ihlallerin önlenmesi, bu konuda genel tedbirler alınması (objektif etki) konusunu “Benzer vakalara ilişkin alınacak tedbirler” başlığı altında ayrıca değerlendirmeye almış, Türk makamlarının benzer hak ihlallerini önlemek için gerekli tedbirleri alması gerektiği vurgulanmıştır (P. 413-418).

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, 28 Eylül günü yaptığı açıklamada, “Yalçınkaya kararının sadece o dosya bakımından verilen bir karar olduğunu ve emsal teşkil etmediğini” söylemiştir. İktidar yanlısı kimi gazetecilerin de benzer ifadeleri sütunlarına taşıdıkları görülmektedir. Bu söylemlerin, hem genel hukuk bilgisi hem de somut karar bağlamında itibar edilebilecek bir yönü yoktur. Zira yukarıda açıklandığı üzere, AYM ve AİHM içtihatlarının davanın taraflarına ilişkin subjektif etki doğurması dışında, genel bağlayıcı (objektif) etkisi de bulunmaktadır ve aynı tür ihlale maruz kalmış herkes için emsal karar niteliğindedir. Hatta AYM’ye göre bu tür kararların objektif etkisi subjektif etkiye göre daha ön plandadır.

Kaldı ki AİHM, Yalçınkaya kararında bu hususu ayrı bir başlık altında ele almış ve aynı iddialarla hakları ihlal edilen mağdurlar için ihlalleri önleyecek genel tedbirler alınması gerektiğini özellikle vurgulamıştır (P. 413-418). Bu konuda 418 nolu paragrafta şöyle denilmektedir:

“418.  Bu nedenle Mahkeme, gelecekte çok sayıda davada benzer ihlalleri tespit etmek zorunda kalmamak için, mevcut kararda tespit edilen kusurların, ilgili ve mümkün olduğu ölçüde, Türk makamları tarafından daha geniş bir ölçekte – yani mevcut başvuranın özel davasının ötesinde – ele alınması gerektiği görüşündedir.  Dolayısıyla, davalı Devlet’in Sözleşme’nin 46. maddesi kapsamındaki yükümlülükleri uyarınca, yetkili makamlara düşen, özellikle yerel mahkemelerde görülmekte olan davalarla sınırlı olmamak üzere, mevcut karardan gerekli sonuçları çıkarmak ve burada ihlal bulgularına yol açan yukarıda tespit edilen sorunu çözmek için uygun olan diğer genel tedbirleri almaktır (bkz. yukarıdaki 414. paragraf; ayrıca bkz. mutatis mutandis, Guðmundur Andri Ástráðsson v. İzlanda [GC], no. 26374/18, § 314, 1 Aralık 2020). Daha spesifik olarak, yerel mahkemelerin, mevcut kararda yorumlandığı ve uygulandığı şekliyle ilgili Sözleşme standartlarını gerekli şekilde dikkate almaları gerekmektedir. Mahkeme bu bağlamda, Sözleşme’nin 46. maddesinin, usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş uluslararası anlaşmaların kanun hükmünde olduğu ve bunların anayasaya uygunluğuna itiraz etmek için Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı şeklindeki Türk Anayasasının 90 § 5 maddesi uyarınca Türkiye’de anayasal bir kural hükmünde olduğunun altını çizmektedir (bkz. yukarıdaki 141. paragraf).”

AİHM Yalçınkaya kararının yalnızca somut dosyayı ilgilendirdiğini, emsal oluşturmadığını iddia edenler, yukarıda özetlenen genel bilgilere sahip olmamaları dışında, muhtemeldir ki kararın 413-418. paragraflarını hiç okumamışlar veya zulmün devamı için bu konuyu örtbas ederek kamuoyonu yanıltmak istemektedirler. Kararın özellikle 418 nolu paragrafı bu kişilerin temelsiz iddialarını tümüyle çöpe atmaktadır.

Yalçınkaya kararı, herkes için olduğu kadar Mahkeme’nin kendisi için de emsal karar niteliğindedir ve Türkiye’de 8 yıldır süre gelen hak ihlallerinin Mahkeme’ye intikal etmesi halinde AİHM o dosyalar için de aynı yönde karar verecektir. Mahkeme yukarıda alıntılanan kararda açıkça “Türk makamları gerekli tedbirleri almadığı takdirde diğer davalarda da ihlal kararı vermek zorunda kalacağım” demiştir ki, bu tespit ve tavsiyeden sonra “emsal oluşturmaz” denilmesinin ardında cahillik değil, ancak ve ancak, hak ihlallerinin ardındaki amacı (soykırım niyetini) ve zulmü devam ettirme kastı ve iradesinin yattığı açıktır.

Ancak bu hukuk tanımazlığın ilelebet sürmesi mümkün değildir. 10 yıldır yaşayarak görmekteyiz ki, hukukun askıya alınması ile birlikte her alanda kötüye gidiş başlamış ve ülke “emre amade” yargıçların büyük katkısı ile uçuruma doğru sürüklenmektedir. Hiç şüphesiz bu kötüye gidişi durdurmak için ihtiyacımız olan en büyük şey, evrensel hukuk ilkeleri ile bağlı, bağımsız ve tarafsız bir yargıdır.

AİHM KARARLARININ UYGULANMASI, OBJEKTİF ETKİSİ VE YALÇINKAYA KARARININ EMSAL KARAR OLMA NİTELİĞİ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/aihm-kararlarinin-uygulanmasi-objektif-etkisi-ve-yalcinkaya-kararinin-emsal-karar-olma-niteligi/feed/ 2
AİHM’E AÇIK MEKTUP (Anılar-1) https://hukukpenceresi.com/aihme-acik-mektup-anilar-1/ https://hukukpenceresi.com/aihme-acik-mektup-anilar-1/#respond Mon, 13 Jun 2022 19:57:15 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8187 Batı Karadeniz bölgesin de sahile 30 km uzaklıkta, Karadeniz kıyısından sonra aniden yükselen dağların yamacında ki, Anadolu’nun küçük ve şirin kasabalarından biriydi. Bahar ve yazında yeşilin her tonunun görüldüğü, Haziran ayında kar yağışına şahit olabileceğiniz, Temmuz ve Ağustos ayında soba yakmaya ihtiyaç duyacağınız, sonbaharda yaprakların dökülmeye başlaması ile gökkuşağında bulunan tüm renklerin canlı örneğini görebileceğiniz, […]

AİHM’E AÇIK MEKTUP (Anılar-1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Batı Karadeniz bölgesin de sahile 30 km uzaklıkta, Karadeniz kıyısından sonra aniden yükselen dağların yamacında ki, Anadolu’nun küçük ve şirin kasabalarından biriydi. Bahar ve yazında yeşilin her tonunun görüldüğü, Haziran ayında kar yağışına şahit olabileceğiniz, Temmuz ve Ağustos ayında soba yakmaya ihtiyaç duyacağınız, sonbaharda yaprakların dökülmeye başlaması ile gökkuşağında bulunan tüm renklerin canlı örneğini görebileceğiniz, kışın ise hiç güneş açmadan 45 gün kar yağışına şahit olabileceğiniz tarihi kasaba Küre.

Daha öncesinde görmediğim bu kasabaya, Van Özalp ilçesinden 1996 yılı Eylül ayında tayinim çıkmıştı. İlk yaptığım araştırma sonrasında; kışın metrelerce kar yağdığı, yaz mevsiminin olmadığını, yaşayarak şahitlik yapanlardanım. Düz bir alan olmadığından arabanın yağına bakmak için ya İnebolu’ya da Kastamonu’na gitmek gerektiği esprileri yapılan, asırlardır bakır madeninin çıkarıldığı orman içerisinde yer alan bu tarihi ilçede, ecdadın tabiri ile yaklaşık dört yıl yiyecek ekmek içecek suyundan nasiplendim.

Ekmek demişken, ilçenin nemli havasında mayalanan hamurların ateş odununda pişirilmesi ile elde edilen somun ve pidelerin nefis kokusu tüm ilçeyi kaplardı. Bu tarifi imkânsız koku ve yediğimizde aldığımız tada başka bir yerde rastlamadım desem abartmış olmam. Bu sebeple olsa gerek, yolcu otobüsleri İstanbul a yolcudan çok lezzetli, bayatlamayan bu ekmekleri taşırdı.

1996 yılı Ekim ayında göreve başladığımda kış mevsiminin habercisi sonbahardı. Vatandaşa adalete olan güveni nasıl tesis ederim şuuru ve düşüncesi ile hemen işe koyulmuştum. Asliye ceza, Sulh Hukuk ve Kadastro mahkemelerine bakmakla görevlendirilmiştim.

İlk duruşmasını yapacağım kadastro mahkemesine ait dava dosyalarını mübaşirimiz bir hafta önceden duruşma salonunda incelemem için hazırlarken, “Hâkim bey dosyaları ekleri ile mi getireyim, yoksa sadece son klasörlerimi getireyim” dediğinde, tatbiki tamamını hazır et demiştim. Duruşma salonuna geçtiğimde, yıllanmış dosyaların ya çuvallar içine konmuş veya klasörlere yerleştirildiğini gördüm. İncelemeye başladığımda davaların 1982 ve 1983 tarihinde açıldığı, halen karar verilmediğine hayretler içerisinde şahit olmuştum.

Nihayet ilk duruşma günü geldi çattı. Mübaşir Hüseyin,   sırada olan çuval içerisindeki dosyanın taraflarına seslendi. İçeriye bastonuyla yavaş yavaş yürüyen yaşlı bir teyze girdi. Ancak cenk meydanına çıkmış savaşçı edası ile duruşma salonuna giriyordu.

Şerife hanım buyrun oturun dediğimde;

-Ben buraya oturmaya gelmedim, ben bu davayı açalı 14 yıl oldu, 74 yaşında idim şimdi 88 oldum, haklı isem adaleti yerine getirin haklısın deyin ve davamı kabul edin. Haksız isem haksızsın deyin ve beni bu yaşımda uğraştırmayın, ben sizden açtığım dava hakkında hemen karar vermenizi istiyorum, dedi

Davacı Şerife Hanım söylediklerinde tamamen haklıydı. Ancak benim ilçede yeni göreve başlamış olmam ve dosyadaki eksiklikler nedeniyle karar verme imkânım o celse için mümkün değildi. Bu durumu kendisini incitmeden belirtmem gerekiyordu.

“-Ben; ilçeye yeni tayin oldum, buna rağmen dosyanızı inceledim, bahçeniz de keşif yapmamız lazım, bu haliyle karar veremem, keşif içinde ilk fırsatta yaparız, ancak bölgenin iklim şartları itibariyle bahar mevsimi gelmeden olmaz” diye kendisini bilgilendirdim.

Şerife teyze vakarlı ve onurlu duruşu ile tekrar söze başladı;

– Sen Hâkimsin, karar verme yetkin var. Senden önce Hikmet, Necdet, Mehmet, Ahmet, Ali…..  isimli hakimler dosyama baktılar, hiç biri karar vermedi. Gelmişim 88 yaşına bir ayağım çukurda, karar verilmeden ölürsem vebali sizlerin hepinizin olur. Ben hiçbir gerekçe kabul etmiyorum….  dedi

Şerife teyzeyi ikna edemesem de kalbini kırmadan keşif tarihini belirleyip yeni duruşma günü vermek suretiyle uğurladım.

Bu hadisenin üzerinden henüz 15 gün geçmişti. İlçenin cami minaresinden sala sesi geliyordu. O sırada mübaşirimiz odama girdi.

– Hâkim bey bu sala kimin biliyor musunuz? diye sordu.

– Hayırdır Hüseyin ben nereden bileyim, zaten ilçede kimseyi de tanımıyorum dediğimde,

– İki hafta önce Kadastro mahkemesinde duruşması olan Şerife ninenin, dediğinde içim bir den cızz etti…

Halen ne olduğu bilinemeyen ortaya da çıkartılması engellenen 15 Temmuz darbe tiyatrosu ile 5.000’e yakın Hâkim savcı haksız ve hukuksuz şekilde görevinden alındı, büyük çoğunluğu zindanlara konuldu. Yüzbinlerce insan hakkında usulsüz şekilde suçlamalar yapıldı. Malları mülkleri yağmalandı, zorbalıkla el konuldu, hukuk işlemez hale getirildi. Azıcık vicdanlı davranarak hukuku uygulamak isteyen hakimlerin akıbetleri zindana atılmak veya en iyi ihtimalle görevlerinden ihraç edilme ile sonuçlandı.

Yargı erkinin dizayn edilmesi süreci 17-25 soruşturmasından sonra başladı. Ülkenin her kademesindeki Sulh Ceza dan Ağır Ceza Mahkemesine ve Yargıtay dan Anayasa Mahkemesine kadar yargı organları kontrol altına alınması ile yürütmenin memuru şeklinde çalışmaya mecbur edildiler. 20 Temmuz darbesi ile Anayasa askıya alınıp devlet KHK lar ile yönetilmeye başlandı. Bu realite karşısın da hukukun işleyeceğine, adaletin tecellisine dair bir beklentim kalmadı.

Ancak 21. yy ın, sınır tanımayan iletişim imkanları nedeniyle, ‘yaşadığımız şekli ile’ bir zulüm ve diktatörlük uygulanacağı aklımın ucundan dahi geçmemişti. Bunda en büyük faktör ise uluslararası sözleşmeler ve özellikle AİHM’nin en kısa sürede bu gidişe dur diyecek kararlara imza atacağı inancını taşımamdı.

AİHM vereceği birkaç emsal karar ile meseleyi kökünden çözme hakkına ve salahiyetine sahiptir. Maalesef bu güne kadar taşın altına elini sokmak istemedi.  Verdiği olumlu kararlar da geç kaldı. Külli bir bakış açısı yerine sorunu zamana yaymak şeklinde ele aldı. Bu durum, ülkede diktatörlüğün kapısını araladı. Adaleti bitirdi. Ekonomik ve sosyal patlamaların eşiğine getirmek suretiyle Avrupa için daha büyük sorunlar yumağı haline dönüştürmesine sebebiyet verdi.

Davanın küçüğü büyüğü olmaz. Her hak kutsaldır ve tarafı için hayati öneme haizdir. Hele hele görülmekte olan dava/davalar yüzbinleri (mağdur aileleri ile birlikte milyonları)  ilgilendiriyorsa bunun vebalını düşünmek bile istemiyorum.

Şerife teyze hayatta iken kararına kavuşamadı. 72 yaşındaki oğlu tarafından dava takip edildi. O senenin baharında keşfini yaparak hemen ardından da dosyanın esası hakkında kararı verdim. Küredeki görev sürem bittiğinde yıllanmış dosyaların tamamı hakkında karar vermek suretiyle bitirmiştim. Bu nedenle Şerife teyze ile gerçek alemde karşılaştığımızda verecek cevabım rahat olacak diye umut ediyorum.

Bir zamanlar adalet dağıtır iken şu anda adalet arayan ben ve binlerce meslektaşım, ülkemin yetişmiş değişik mesleklerden yüzbinlerce nadide insanları, Türkiye de kalmayan adaleti AİHM de arıyor ve bekliyoruz. Geciken adalet, adalet olmaktan çıkıyor.

Haklı veya haksız her hangi bir gerekçenin arkasına sığınmadan AİHM nin Türkiye’de yaşanan soykırıma karşı dur demesinin zamanı çoktan gelmiştir. Daha fazla insanın hayatı sona ermeden adaleti görme fırsatı tanınmalıdır.

AİHM’E AÇIK MEKTUP (Anılar-1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/aihme-acik-mektup-anilar-1/feed/ 0
AİHM’den İşkencecilere Kötü Haber: Yasal Düzenlemeler İle İşkenceciler Affedilemez! https://hukukpenceresi.com/aihmden-iskencecilere-kotu-haber-yasal-duzenlemeler-ile-iskenceciler-affedilemez/ https://hukukpenceresi.com/aihmden-iskencecilere-kotu-haber-yasal-duzenlemeler-ile-iskenceciler-affedilemez/#respond Mon, 24 Feb 2020 21:49:48 +0000 https://hukukpenceresi.com/aihmden-iskencecilere-kotu-haber-yasal-duzenlemeler-ile-iskenceciler-affedilemez/   Dr. Hasan DURSUN Uluslararası bir mahkeme olan AİHM, temel hak ve özgürlüklerin korunmasında ulusal mahkemelere nazaran ikincil ve tamamlayıcı bir role sahiptir. Bu alanda asıl görev ve yetki ulusal mahkemelere aittir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yorum ve uygulanmasında AİHM merkezi bir role sahiptir. Ulusal mahkemeler AİHS te tanımlanıp koruma altına alınan haklara dair […]

AİHM’den İşkencecilere Kötü Haber: Yasal Düzenlemeler İle İşkenceciler Affedilemez! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
 

Dr. Hasan DURSUN

Uluslararası bir mahkeme olan AİHM, temel hak ve
özgürlüklerin korunmasında ulusal mahkemelere nazaran ikincil ve tamamlayıcı
bir role sahiptir. Bu alanda asıl görev ve yetki ulusal mahkemelere aittir.
Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yorum ve uygulanmasında AİHM merkezi
bir role sahiptir. Ulusal mahkemeler AİHS te tanımlanıp koruma altına alınan
haklara dair yorum ve uygulamalarında belirli bir çerçevede “takdir payı”na sahiptirler.
Bu payın genişliği Sözleşmenin uygulanmasındaki çeşitliliği ve farklılığı
doğurur. Fakat AİHM işkencenin yasaklanması ve yaşama hakkı bağlamında ulusal
mahkemelere takdir hakkı tanımaz.

Her devletin şiddet ve terör eylemlerini araştırma
hakkı ve yükümlülüğü vardır. Ancak bu yöndeki çalışmalarını kendi Anayasa ve
yasaları ile kabul ettiği uluslararası sözleşmelere sadık kalarak yapması
gerekir.

Uluslararası insan hakları hukuku, ulusal
devletlerin karşılaştıkları şiddet olaylarıyla mücadelelerinde uymaları gereken
temel sınırları çizer. Zira amaç, insan hakları konusunda temel bir standart
oluşturmak ve bunu yaygınlaştırmaktır. İktidarların sahip oldukları ulusal gücü
kullanarak yapacakları Anayasal ve yasal düzenlemelerle belirlenen standartları
yok etmeleri veya esnetmeleri mümkün değildir. Ulusal yargı mercilerince meşru
kabul edilen ve cezalandırılmayan bir eylem, ilgili ülkenin üyesi olduğu
uluslararası sözleşmeler bağlamında yaptırıma tabi tutulabilir.

Bu yazımızda AİHM içtihatları bağlamında, iktidar ve
temsilcileri ile kamu gücünü kullanan kişi ve kurumların hukuka aykırı
eylemleri nedeniyle kendilerini nasıl bir sürecin beklediğine değinmeye ve
onları uyarmaya çalışacağız.

OHAL
Dönemi ve Sonrasında İşkence ve Kötü Muamelede Bulunanlar ile Yaşam Hakkını
İhlal Edenlere Kötü Haber: OHAL KHK’ları Sizleri Kurtaramayacak.

Türkiye’de 2014 yılında başlayan, 15 Temmuz 2016
sonrasında ise yaygınlaşarak genelleşen insan hakları ihlallerine tanıklık
ettik. İktidar çıkarttığı KHK’lar ve uygulamaları ile bu hak ihlallerini
çeşitlendirdi ve toplumun tüm kesimine karşı bir silah olarak kullandı.

Mevcut iktidar ve sözcüleri yasama, yürütme ve yargı
organlarına doğrudan ve dolaylı olarak mesajlar vererek, belirli kişi ve
gruplarla her ne pahasına olursa olsun mücadele edilmesi gerektiğini, bu
bağlamda ihtiyaç duyulan her yasayı çıkartabileceklerini söylediler. Bu
bağlamda OHAL döneminde çıkartılan ve daha sonradan iktidarın güdümündeki
Meclis eliyle yasalaştıran düzenlemeler yaptılar. Bu düzenlemeler ile hak ihlalleri
yapan kamu görevlilerine koruma sağlamaya, eylemlerini teşvik etmeye
çalıştılar. KHK’lar ile temel hak ve özgürlük ihlali yapan kamu görevlilerinin
cezai ve idari yönden soruşturulmalarını, bu kişilere karşı tazminat talebinde
bulunulmasını önlediler. İktidar sadece kamu gücü kullanan ajanlarını değil,
kendi hedefleri doğrultusunda hukuka aykırı eylemlerde bulunan sivilleri de
koruyacak bir KHK dahi çıkarttılar.

Bu düzenlemeler çerçevesinde iktidar kendisine
Anayasa üzerinde bir konum ve güç sağladı.

AİHM içtihatları incelendiğinde, işkence yapanların,
yaşam hakkını ihlal edenlerin, kötü muamelede bulunanların OHAL döneminde
çıkartılan KHK’lar ile kurtulamayacaklarını, bu tür düzenlemelerin AİHS sistemi
içerisinde bir karşılığı olmadığını, kamu gücü kullananların öncelikle
uluslararası insan hakları hukukunun ilkelerini gözönüne almaları gerektiğini
söylemek gerekir.

Mevcut iktidar gidip, Anayasa ve uluslararası sözleşmelere
sadık bir yönetim Türkiye’ye hakim olduğunda, yapacağı ilk şey, önceki dönemde
gerçekleştirilen ağır insan hak ihlalleri ve faillerinin soruşturulması
olacaktır.

Benzeri konular AİHM önüne, Doğu Almanya’da işlediği
cinayetler nedeniyle birleşmiş Almanya yargı birimlerince kovuşturulup
cezalandırılan kişilerce getirilmiştir. Bu başvurularından birindeki başvurucu,
Doğu Almanya’da sınır muhafızı olarak görev yapan bir askerdir. Başvurucu
görevi sırasında 1972 yılında doğudan batıya geçmeye çalışan bir kişiyi
başından vurarak öldürmüştür. Eylemi nedeniyle Doğu Almanya rejimi tarafından
madalyaya layık görülmüş ve kendisine ikramiye verilmiştir.

1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılıp, 1990 yılında
Almanya’nın yeniden birleşmesi sonrasında,  bu asker hakkında işlediği cinayet ile ilgili
soruşturma başlatılmış ve Berlin Bölge Mahkemesinde yargılanarak 1993 yılında,
eyleminden 21 yıl sonra hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Başvurucu
yargılaması sırasında, yaptığı eylemin 1972 tarihinde geçerli olan Doğu Almanya
ceza mevzuatına uygun ve meşru olduğunu, bir asker olarak talimatları yerine
getirdiğini savunmuş ve cezalandırılmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak
Bölge Mahkemesi, başvurucunun bu savunmalarını kabul etmeyerek, bir asker için
dahi olsa, silahsız bir kişiye ateş etmenin insanlık görevini ihlal anlamı
taşıdığını, kendisine verilen ve öldürmeyi emreden yazılı ve sözlü
talimatların, yaşam hakkını koruyan ulusal ve uluslararası mevzuat bağlamında
geçerli olmadıklarını söylemiştir. Birleşme sonrası Almanya mahkemeleri, yaşam
hakkının uluslararası hukuk tarafından korunan temel bir insani hak olduğunu,
Doğu Almanya Anayasası’nın ve kanunlarının da aynı şekilde yaşam hakkını
korumaya aldıklarını, olay tarihindeki yargı birimlerinin söz konusu
düzenlemeleri farklı yorumlamalarının kendileri açısından bağlayıcı
olmayacağını belirtmişlerdir.

AİHM başvurucu tarafından ileri sürülen ve fiil
tarihinde geçerli olan mevzuata göre suç teşkil etmeyen bir eylemden dolayı
cezalandırılmasının AİHS’in 7.maddesine aykırı olduğuna dair gerekçeyi uygun
bulmamıştır. AİHM’e göre, fiil tarihinde yürürlükte bulunan Doğu Almanya
Anayasası ve uluslararası sözleşme metinleri başvurucunun eylemini suç olarak
kabul ettiğinden, başvurucunun cezalandırılmasına yasal dayanak
oluşturmaktadır.

AİHM’e göre, bir asker dahi olsa, yalnızca Doğu
Almanya’nın değil, aynı zamanda evrensel olarak kabul edilen insan haklarını ve
haklar hiyerarşisinde en üst değere sahip yaşam hakkını açık şekilde ihlal eden
emirlere körü körüne itaat etmemelidir. Olay tarihindeki siyasi ortam gözönüne
alındığında zor durumda bulunan ve yoğun bir manevi baskı altında olan bir
askerin dahi silahsız olan kişilere ateş ederek öldürme hakkı yoktur. Bunun
aksine hiçbir mevzuat ve emrin meşru geçerliliği iddia edilemez. Kaldı ki,
başvurucu olan askerin eylemi hem Doğu Almanya hukuku ve hem de uluslararası
hukukta suç kayılmaktadır. Dönemin mahkemelerinin aksine yorumlarının bu
gerçeklik karşısında bir önemi ve değeri yoktur. (K-H W – Almanya, Başvuru No.
37201/97, AİHM (Büyük Daire) (22 Mart 2001), sec.81.)

İşkencecilere
Af Yok

İnsan hakları
ihlallerini soruşturma gereğinin doğal sonucu, kamu görevlileri tarafından
gerçekleştirilen işkence türü eylemlerin affedilmemesidir. AİHM önüne bu konuda
bugüne kadar doğrudan bir başvuru gelmemiştir. Ancak farklı bir başvuru bağlamında
yaptığı bir değerlendirmede AİHM, konuya ilişkin yaklaşımını ortaya koymuştur.
Bir Moritanya eski istihbarat yetkilisinin, gerçekleştirdiği işkence eylemleri
nedeniyle, uluslararası yargılama yetkisi çerçevesinde Fransa tarafından
yargılanması ve cezalandırılması bu kişi tarafından AİHM önüne götürülmüştür.
Başvurucu, söz konusu eylemlerin Moritanya devleti tarafından af edildiğini ve
başka ülke tarafından soruşturulamayacağını ileri sürmüştür. AİHM konuya
ilişkin yaptığı değerlendirmede “af uygulaması devletlerin işkence veya vahşet
eylemlerini araştırma yükümlülüğüyle genel olarak uyumlu değildir” yaklaşımında
bulunmuştur. (Ould Dah – Fransa, Başvuru No. 13113/03, AİHM (dec.) (17 Mart
2009)

“Muhakkak ki, genel itibariyle bir yanda suçları
cezalandırma zorunluluğu, diğer yanda bir ülkenin sosyal bütünlüğünü sağlama
arzusu arasındaki olası çelişki görmezden gelinemez. Her şekilde, Moritanya’da
bu türden bir uzlaşma prosedürü başlatılmamıştır. Bununla beraber, işkence
yasağının tüm uluslararası insan hakları koruma mekanizmalarındaki baskın yeri
dikkate alındığında bu tür eylemlerin faillerini kovuşturma gerekliliği,
uluslararası hukuka karşıt olarak görülebilecek bir af yasasının kabulüyle
cezasızlığa sebep olunarak görmezden gelinmemelidir.

Teorik olarak bir
devletin, sınırları içerisinde işlenen tüm suçlar bağlamında af çıkarma yetkisi
vardır. AİHM tarafından bu yetkinin hangi çerçevede irdeleneceği, önüne gelen
olayın özellikleri çerçevesinde şekillenecektir. Ancak genel bir toplumsal
uzlaşı sağlanmayan, dönemsel bir iktidar ile onun çalışanlarını kurtarmaya
yönelik çıkartılan, işkence yasağı ve yaşam hakkını ihlal eden eylemleri
kapsayan afların AİHM tarafından kabul görmeyeceğini söylemek yanlış
olmayacaktır.

İktidar ve temsilcileri
her fırsatta, işkence ve kötü muamelede bulunan, yaşam hakkını ihlal eden kamu
görevlilerine, bundan dolayı soruşturulmayacaklarını, gerekirse yasal
düzenlemeler ile kendilerini koruyacaklarını söyleyerek işkencecileri motive
etmektedir. Ancak ulusal düzeyde çıkartılan yasa ile işkencelerin meşruiyet
kazanması, suçluların affedilmesi mümkün değildir. Geçici bir süre koruma
sağlansa dahi, bu korumanın sürekli olmayacağı açıktır.

Yine
AİHM yaşama hakkı ve işkence ile ilgili suçlarda zamanaşımı veya soruşturma
izni vb. nedenlerle faillerin soruşturulup yargılanmamasını, bu tür suçlara
hoşgörü gösterildiği şeklinde yorumlayarak ihlal kararları vermektedir. Af
çıkarma meselesi de aynı bağlamda değerlendirilmelidir. (Abdülsamet
Yaman-Türkiye Kararı, p.55; Teren Aksakal-Türkiye Kararı, no.51967/99, 11 Eylül
2007, p.88; Ali ve Ayşe Duran-Türkiye Kararı, p.69; Evrim Öktem-Türkiye Kararı,
p.55; Tuna-Türkiye Kararı, no.22339/03, 19 Ocak 2010, p.75; Association 21
December 1989 ve Diğerleri-Romanya Kararı, no.33810/07 ve 18817/08,24 Mayıs 2011, p.144.)

Yapılan işkence ve kötü
muamelelerin iktidar güdümündeki mevcut yargı birimlerince soruşturulmaması bu
suçların faillerini rahatlatmasın.

Fişleme
Verileri Muhataplarına Verilmek Zorunda

Belirli dönemlerde
yapılan ve uluslararası insan hakları hukukuna aykırı eylemlere dayanak teşkil
eden istihbari verilerin devlet tarafından açıklanması gerekir. Devletin bundan
süresiz olarak kaçması olanaklı değildir. Devletin bu yöndeki talepleri
karşılayacak belirli bir prosedür sunması gerekir. Bir başvuruda AİHM, bilgi
talep eden bir kişinin başvurusunun bu yönde bir mevzuat ve usul bulunmaması
nedeniyle Romanya yetkililerince reddini, devletin pozitif yükümlülüklerini
yerine getirmediğinden bahisle AİHS’e aykırı bulmuştur (Haralambie – Romanya,
Başvuru No. 21737/03, AİHM (27 Ekim2009).

15 Temmuz sonrasında
yaygınlaşan ve daha önceden hazırlanmış “soykırım fişlemeleri” dayanak olarak
kullanılıp gerçekleştirilen soruşturma ve yargılamalar açık bir insan hakları
ihlalidir. Mevcut yargı birimlerinin bu ihlali yapabilme güç ve iktidarının
olmaması, ileride bu kişilerin haklarının iadesine engel olmayacaktır.

Söz konusu fişlemelerin
kimler tarafından, nasıl oluşturulduğu, fişlemeleri kaydeden istihbarat ve
ilgili kurum arşivlerinde durmaktadır. Bu bilgilerin ilanihaye gizli kalması
olanaklı değildir. Bu fişlemeleri oluşturan ve oluşumuna destek verenler hukuk
ve tarih önünde yargılanacak ve mahkum edileceklerdir.

Devletin,
muhataplarının talep etmesi sonrasında bu belgeleri verme zorunluluğu vardır.

OHAL
döneminde malvarlıkları ve maaşları gasp edilenlere iyi;  yolsuzluk ve hırsızlıkla zenginleşenlere kötü
haber

Olağanüstü dönemleri takip eden olağan dönemlerde,
yani hukuk ülkeye geri döndüğünde, önceki dönemde mülkiyet hakları ihlal
edilenlerin hakları iade edilecek; buna karşın hukuksuz dönemde
zenginleşenlerin malvarlıklarına belirli şartlar dâhilinde el konulabilecektir.

AİHS’in 1 Numaralı Protokolü’nün 1.maddesi, bireysel
mülkiyet hakkını bir insan hakkı kabul eder ve korur. Hukukun kötüye kullanarak
veya taraflı şekilde yorumlanıp yok sayılarak ya da kamusal gücün kötüye
kullanılması suretiyle mülkiyet hakları ihlal edilen bireyler, zararlarının
aynen veya nakdi olarak tazminini isteyebilirler.

Benzeri bir hakka “Totaliter bir rejimde ayrıcalıklı pozisyonlarının avantajını kullanan
veya mülkiyet edinmek amacıyla hukuksuz bir biçimde davranan kişilerin ve
onların varisleri
” sahip değildir. Hukukun rafa kaldırıldığı bir dönemde,
yetki ve pozisyonlarını kötüye kullanarak kamuya ait olan para ve malı
mülkiyetlerine geçirenler, “elde
ettikleri varlıkları hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda muhafaza
etmeyi bekleyemezler. Bu tür durumlarda genel kamusal fayda, adaleti yeniden
tesis etmek ve hukukun üstünlüğüne saygı göstermektir
”. (Velikovi ve
Diğerleri – Bulgaristan, Başvuru No. 43278/98, 45437/99, 48014/99, 48380/99,
51362/99, 53367/99, 60036/00, 73465/01 ve 194/02, AİHM (15 Mart 2007).

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından oluşturulan içtihatlar incelendiğinde, iktidarın sanal koruma şemsiyesi altına sığınan kamu görevlilerini uzun dönemde sıkıntılı süreçlerin beklediğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Birleşmiş Milletler ve/ya Avrupa Konseyi üyesi olup, bu kurumlar tarafından oluşturulan insan hakları hukukunun ilkelerine uyacağını kabul eden her devlet ve görevlileri bunun gereğini yerine getirmek mecburiyetindedir. Bu mecburiyet, dönemsel iktidarlar ve hükümetleri de kapsayan ve onları aşan daha üst bir prensiptir.

1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile 1951 tarihli AK Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Türkiye’nin imzalayıp tarafı olduğu ve Anayasa’nın 90.maddesi ile iç hukukun üzerinde önem atfettiği insan hakları hukuku metinleridir. Kamu gücü kullanan tüm kişi ve kurumlar, dönemsel iktidar ve hükümetlerden ya da dengelerden bağımsız olarak bu metinlerin gereğini yerine getirmek zorundadırlar. Bu metinlerin ilkelerini hiçe sayanlar ve/ya kurguladıkları insan hakları hukuku koruma mekanizmalarına zarar verenler, eylemlerinden dolayı sorumlu olacak; cezai, hukuki ve idari yaptırımlarla karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacaklardır.

AİHM’den İşkencecilere Kötü Haber: Yasal Düzenlemeler İle İşkenceciler Affedilemez! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/aihmden-iskencecilere-kotu-haber-yasal-duzenlemeler-ile-iskenceciler-affedilemez/feed/ 0