ahmet biçer arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/ahmet-bicer/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Sun, 21 Jan 2024 03:27:12 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg ahmet biçer arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/ahmet-bicer/ 32 32 Dostun İhaneti ve Avluda Yeşeren Umut https://hukukpenceresi.com/dostun-ihaneti-ve-avluda-yeseren-umut/ https://hukukpenceresi.com/dostun-ihaneti-ve-avluda-yeseren-umut/#respond Sat, 25 Apr 2020 12:42:11 +0000 https://hukukpenceresi.com/dostun-ihaneti-ve-avluda-yeseren-umut/ Lanetli ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Varlığımıza zemin yaptığımız ilke, değer ve kişiler altımızdan kayıyor tek tek. Her biri sonrasında boynumuza takılı yağlı ilmek biraz daha sıkıyor boğazımızı. Nefes almakta güçlük çekiyor, boğuluyoruz yavaş yavaş. Darağacımızın altı derin, dipsiz, karanlık bir kuyu. Yusuf misali, kurtarılacağımız anı bekleyeceğimiz zemine düşüyoruz. Varacağımız yer dikensiz bir gül bahçesi mi olacak? […]

Dostun İhaneti ve Avluda Yeşeren Umut yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Lanetli ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Varlığımıza zemin yaptığımız ilke, değer ve kişiler altımızdan kayıyor tek tek. Her biri sonrasında boynumuza takılı yağlı ilmek biraz daha sıkıyor boğazımızı. Nefes almakta güçlük çekiyor, boğuluyoruz yavaş yavaş.

Darağacımızın altı derin, dipsiz, karanlık bir kuyu. Yusuf misali, kurtarılacağımız anı bekleyeceğimiz zemine düşüyoruz. Varacağımız yer dikensiz bir gül bahçesi mi olacak? Kim bilir! İthamlar, iftiralar ve sürgünler, cennetinden kovulduğumuz dünyanın, iyilerine mutat muamelesi değil mi?

Suçluyuz!

Günahkârız!

Acılarına göz yumup, sırtımızı döndüğümüz hayatların vebali var omuzlarımızda. Istırabı seyir, ona neden olmaktan daha mı hafif bir cürüm?

Vicdanlarımız, masumların pıhtılaşmış kanlarıyla lekeli.

Ruhlarımız kirlimi kirli; her biri katran karası.

Onursuzluğu temizleyecek bir ilaç var mı?

Ne zemzem temizler bizi, ne ab-ı hayat can verir beden ve ruhumuza. Eğer “rahmet” yağmazsa üzerimize.

Zamanın hangi “an”ında yitirdik benliğimizi? Nere pazarında sattık kişiliğimizi? Karakterimizi aşındırarak tanınmaz hale getiren el kimin? Bilemedik.

Giyotinler kurulmuş “dost meclis”lerinde. Her birinin önü kesilen başlarla dolu. Ne ipi çeken “el” farkında cinayetinin, ne de altına yatırılan baş, masumiyetinin.

Etraf karanlık, bir “yığın” insan var; her dilde ayrı bir “lisan”, her bir gönülde farklı bir “aşk”.

Kelimeler anlamını yitirdi; gözden fışkırıp yüze akseden ve ağızlardan kusulan kin ve nefret yüklü duygular zaptetmiş tüm benlikleri.

Akıl ve izan göç edeli çok olmuş bu meclislerden.

Ölümün en acı vereni, Azrail’in, bir dostun hançerini aracı kılarak can almasıdır.

Cellatlarımıza aşinayız. Bakamasalar da yüzümüze, tebessümlerimizle idam edeli çok oldu onları.

Zamanın iksiriyle sarhoş olmuş zihinler. Düşünceler omurgasız. Dengesini yitirmiş şuurlar. Her biri bir “sağ”a, bir “sol”a sendeliyor bilinçsizce. Ne nereden geldiklerine ve neyle mesul olduklarına dair malumatları var; ne de nereye gittiklerine dair sağlam bir pusulaları.

Naralar yankılanıyor sokaklarda, kimse kimseyi dinlemiyor. Tam bir körler-sağırlar karnavalı. Manzara, insanımız adına bir utanç vesikası.

Korsanlar kılavuzluğunda ve haramilerin rehberliğinde nereye bu gidiş?

Onlar vurdular, kanatlarında umutlarımızı taşıyan güvercinleri; onlar çaldılar yıllardır biriktirdiğimiz değerleri.

Oysa, ne güzel umutlar yeşertmiştik gelecek adına; rengarenk hayaller kurmuştuk biz, hepimiz için.

Zamanın çarklarına kapıldı dostluklarımız, sevgimiz, muhabbetimiz; parçalanıp meze oldu her biri, zalimlerin alem sofralarına. Geride ne birbirimize itimadımız kaldı, ne de bizi biz yapan ortak değerlerimiz.

Etraftaki “şeyler”, ardı ardına “hiçbirşey”e evriliyor bir bir.

Rakibin tezgâhtarı olmuş dostlar, pazarlıyorlar yüzyıllık birikimlerimizi yok pahasına.

İhanetler birbiriyle yarışıyor ekranlarda, sayfalarda ve sokakta.

Alçalmanın dibi yok. Herkes daha derine düşmenin yarışında.

Dostlar, içleri bize ait mahrem duygularla dolu kalplerini ve beyinlerini, kendi elleriyle çıkarıp teslim ettiler ortak düşmanımıza.

Yüzlerindeki donukluk bundan, ruhsuzluklarının sebebi bu. Boğazlarından gelen ses nefesten değil; “hırlamaları” can çekişiyor olmalarından. Hakikatte yaşamıyorlar artık.

Zamanın karanlığı boğuyor riyakâr dostlukları; sel misali önüne katıp götürüyor sahte aşkları.

Bu anlarda geçip gidecek, bizlere geride temizlenmiş bir dünya vererek.

Havası puslu memleketin. Sisten, dumandan ve kargaşadan faydalanarak “çakallar” indi aramıza; avlamak için bizleri.

Göz gözü görmüyor sokaklarda. Ne ana-baba tanıyabiliyor evladını, ne de kardeş kardeşi.

Kuduz çakalların ısırıklarıyla zehirlenmiş, ağzından salyalar akıtan “aşina” simalar, diş ve pençeleriyle etlerini parçalama yarışında sevdiklerinin. Kanın ve elde edilen ganimetin hazzı bakışlarından belli. Daha fazlasını istiyorlar ve giderek daha da azgınlaşıyorlar.

Kavram ve kurumlarımız ihanet etti bize; her biri ok oldu, dostun elinden çıkarak saplandı kalplerimize.

Her köşe başına baykuşlar tünemiş, harabelerinde hiç olmadıkları kadar mutlular şimdi.

Gündüzleri de avlanabiliyorlar artık, karanlık mağaralarında asılı yaşamaya mecbur yarasalar.

Damarlarımızda emilecek kan kalmadı. Beyinlerimiz lime lime.

Musalla taşımız önünde sıralanmış halk, “saf” “saf”; tabutun içinde geleceğe dair umutlarının olduğundan habersiz. İmamlarının komutlarıyla tekbir alıyorlar robot misali. Biraz sonra omuzlayacak ve götürüp toprağa gömecekler hayallerini. Sevap niyetine her biri birer kürek toprak atacaklar üzerine ve bir Fatiha okuyacaklar “ruhuna”.

Kimilerinin gözünde gerçeği şüpheli gözyaşı var. Ölene mi ağlıyorlar, yoksa onun saflığına mı? Bilinmez. Belki de yitip giden masumiyetlerine, ya da vicdanlarının çarptırdığı mahkûmiyetlerine.

Söyleyin bana! Kanatlarında umut, uçacak kelebekleri kozasında öldüren hanginiz?

Hangi toprak bağrına alıp saklar bu “ihaneti”; hangisi üzerinde taşıma zilletine katlanır zalimlerin bedenini?

Sonu mutlu bitecek hikâyeler hüzünle başlar.

Masumiyetin hakiki manasıyla vicdanlarda duyumsanıp kabulü için, kimi zaman suçlanması, lekelenmesi, iftiraya ve ihanete muhatap olması gerek.

Beyazlığın daha iyi algılanması, üzerindeki lekelere bağlıdır birazda.

Düştüğümüz kuyuda, özlediğimiz günleri beklerken, duvarlara attığımız çentiklere dokunmak heyecanlandırıyor bizi.

Müddeti belirsiz bir mahpusluktan gün düşülür mü?

Bu telaşın ve sevincin anlamı ne o zaman?

Yoksa ötelerden, ruha ilham edilen mutlu ve kutlu bir haber mi var?

 

Not: Bu yazı 25.11.2018 tarihinde tutsak olarak bulunduğum Silivri Zindanında kaleme alınmıştır.

Dostun İhaneti ve Avluda Yeşeren Umut yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/dostun-ihaneti-ve-avluda-yeseren-umut/feed/ 0
Şeytan Ayrıntıda Gizlenir: İnfaz Yönetmeliği Eliyle Hükümlü ve Tutuklulara Kurulan “Sinsi” Tuzaklar https://hukukpenceresi.com/seytan-ayrintida-gizlenir-infaz-yonetmeligi-eliyle-hukumlu-ve-tutuklulara-kurulan-sinsi-tuzaklar/ https://hukukpenceresi.com/seytan-ayrintida-gizlenir-infaz-yonetmeligi-eliyle-hukumlu-ve-tutuklulara-kurulan-sinsi-tuzaklar/#respond Mon, 30 Mar 2020 23:38:26 +0000 https://hukukpenceresi.com/seytan-ayrintida-gizlenir-infaz-yonetmeligi-eliyle-hukumlu-ve-tutuklulara-kurulan-sinsi-tuzaklar/ 29/03/2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik” ile 20/03/2006 tarih ve 2006/10218 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında “Cez İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük” yürürlükten kaldırılmıştır. Her ne kadar güncelleme şeklinde bir değişiklik olarak görülse de maddelerin ayrıntısına […]

Şeytan Ayrıntıda Gizlenir: İnfaz Yönetmeliği Eliyle Hükümlü ve Tutuklulara Kurulan “Sinsi” Tuzaklar yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
29/03/2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik” ile 20/03/2006 tarih ve 2006/10218 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında “Cez İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük” yürürlükten kaldırılmıştır.

Her ne kadar güncelleme şeklinde bir değişiklik olarak görülse de maddelerin ayrıntısına girildiğinde hükümlü ve tutuklular arasında ayrımcılığa neden olabilecek, savunma hakkını kısmen veya tamamen ortadan kaldırabilecek, avukatların çalışmalarını zorlaştıracak, cezaevi idaresinin keyfi uygulamalarına neden olabilecek maddeler olduğu rahatlıkla görülebilecektir.  

Çalışmamızda sorunlu alanlara dikkat çekerek, bu hususların giderilmesine katkı sağlamayı amaçlıyoruz.

Yazımızda yapılan değişiklikleri madde madde değerlendireceğiz. Açıklamalarımızda yürürlükten kaldırılan Yönetmelik için “eski yönetmelik”, yürürlüğe konan yeni yönetmelik ise “yeni yönetmelik” tabirlerine yer vereceğiz.

1. Eski yönetmeliğin 4. Maddesi şu şekildeydi:

MADDE 4 – (1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır. Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.

 (2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır.

Yeni yönetmelik ile bu hüküm tamamen kaldırılmıştır. Her ne kadar bu hususlar Anayasa ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümlerinde belirtilmiş ise de, yönetmelikte de bu hususun güvence altına alınmış olması değerli bir durum iken yapılan yeni yönetmelikte bu konuda bir hüküm bulunmaması dikkat çekici bir durumdur. Anayasa ve Yasalar genel düzenlemelere yer vererek ayrıntıları tüzük ve yönetmeliklere havale ederler. Genel düzenlemelere Yönetmeliklerde yer verilir, ayrıca yasa sistematiğine ve ruhuna uygun olarak ilave açıklayıcı hükümler eklenir.

Sadece bu düzenleme bile, bu düzenlemeyi yapan “iradenin” amacının hükümlü ve tutukluların ıslahı olmadığı, kendi amacı doğrultusunda “hizaya getirilmek” olduğunu haykırmaktadır. İlerleyen maddelerde bu “sinsi” amacın Yönetmelik hükümlerine nasıl işlendiğini göreceksiniz.

2. Eski yönetmeliğin 5. Maddesi kapsamında infaz rejiminin nasıl uygulanacağı hususunda belirtilen kriterler değiştirilmiş ve eski yönetmelikte belirtilen “insan
onuru, düzenli yaşam, kişilik hakları, beden ve ruh bütünlüğünün korunması”
gibi tüm koruyucu maddeler hükümden kaldırılmıştır. Bu hususta yukarıda

belirtildiği gibi Anayasa ve Kanunlarla güvence altına alınmış olsa dahi bu yönetmelikte bu hususlara neden yer verilmediği ve bu konularda neden değişiklik ihtiyacı duyulduğu, izaha muhtaç bir durumdur.

Eski Yönetmeliğin “iyileştirmede başarı ölçütü” başlıklı 6. Maddesi ((1) Hapis cezalarının infazında iyileştirme amacını güden programların başarısı,
hükümlülerin elde ettikleri yeni tutum ve becerilerle orantılı olarak ölçülür. Bunun için iyileştirme çabalarına yönelik olarak hükümlünün istekli bulunması teşvik edilir. (2) İnfaz, hapis cezasının zararlı etkisini mümkün olduğu ölçüde azaltacak, hükümlünün sağlığını ve kişiliğine olan saygısını korumasını sağlayacak anlayış doğrultusunda düzenlenecek programlar, usûller, araçlarla yerine getirilir.
) hükmü tamamen yürülükten kaldırılmış, keyfi uygulamalara kapı açılmıştır.

Özellikle
2016 yılı ve sonrasında hükümlü ve tutuklu eğitim seviyelerinin inanılmaz
oranda yükselişi hususları göz önünde bulundurulduğunda, bu maddenin konuluş
amacında bir takım suç gruplarının istek ve taleplerinin geri çevrilmesine
bahane ve eğitim seviyesi yüksek tutuklu ve hükümlülerin kişisel, sosyal ve
bilişsel gelişimleri kapsamında yapacakları taleplerin önüne geçilmesi
amaçlanmakta gibi bir görüntü oluşmaktadır.

3. Eski Yönetmeliğin “Ceza İnfaz Kurumları”
başlıklı 7 ila 17. Maddeleri arasında düzenlenen Ceza İnfaz Kurumlarının
yapısı, çeşitleri ve ne şekilde sınıflandırılacağı hususları tamamen
yürürlükten kaldırılmış olup bu hususta konulan Yeni Yönetmelik 5/2. Maddesi
ile “Kurumların, hangi tür olarak kullanılacağı ihtiyaca göre Bakanlık tarafından
belirlenir” hükmü getirilmiştir. Yine Yeni Yönetmelik 5/4. Maddesi ile “Eylem
ve tutumları nedeniyle tehlikeli halde bulunan ve özel gözetim ve denetim
altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bulundukları kurumlarda
düzen ve disiplini bozanlar veya iyileştirme tedbir, araç ve usullerine ısrarla
karşı koyanlar, idare ve gözlem kurulunun kararı ve Bakanlık onayı ile yüksek
güvenlikli kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilirler. Yüksek güvenlikli
kurumlarda kalmakta olup kanun hükümlerine göre etkin pişmanlık hükümlerinden
yararlanan hükümlüler, ceza süresine bakılmaksızın, Bakanlık onayı ile diğer
kurumlarda barındırılabilir
” hükmü getirilerek İdare ve Gözlem Kurulu’na

sınırsız bir yetki verilmiştir.

4. “İç Güvenlik” başlıklı beşinci bölümde “kurumların
iç güvenliği” madde 32/5 hükmü getirilmiştir. Bu maddeye göre “Yüksek
güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları ile diğer kapalı ceza infaz kurumlarının
yüksek güvenlikli bölümlerinde kalan tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak ceza
infaz kurumlarında düzenlenen tutanaklara, ilgili görevlinin açık kimliği
yerine sadece sicil numarası yazılır. Bu kapsamdaki kurum görevlilerinin
ifadesine başvurulması halinde çıkarılan davetiye veya çağrı kâğıdı görevlinin
işyeri adresine tebliğ edilir. Bu kişilere ait ifade ve duruşma tutanaklarında
adres olarak sadece işyeri adresi gösterilir.
” hükmü getirilmiştir.

5. Eski yönetmeliğin 47. Maddesinde
Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezasının infazı konusu ayrıntılı düzenlenmiş
olmasına rağmen, yeni yönetmelikte bu durum 35. Maddede genel ve soyut
ifadelerle geçiştirilmiştir.

6. Eski yönetmeliğin 74, 75, 76.
Maddelerinde “hükümlülerin gözlem ve sınıflandırılması” hükümleri ayrıntılı
olarak düzenlenmişken yeni yönetmelikte bu hususlar 62 ve 63. Maddelerinde
düzenlenmiş Kanuna atıf yapılmış ve bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle
belirleneceği hükme bağlanmıştır.

7. Eski yönetmeliğin 84. Maddesi Avukatlarla
görüşme hakkını düzenlemekteydi. Yeni yönetmeğilin 72. Maddesi ile bir takım
kısıtlamalar getirilmiştir. Bunlar; 1.
Görüşmelerin ancak tatil günleri dışında ve mesai saatleri içerisinde
yapılabilecek olması, 2. Terörle
mücadele adı altında aşağıdaki maddeler yeni getirilmiş olup kararla bu
görüşmelerin kayda geçirilebileceği belirtilmiştir.

  “Madde 72

(2) Hükümlülerin avukat ile görüşmesinde aşağıdaki kurallar uygulanır:

c) Avukat ve noter ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görüşmenin görülebileceği bir biçimde yapılır. 

(3) 5237 sayılı Kanun’un 220 nci maddesinde ve aynı Kanunun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkum olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve talimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hakiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir.

  (4)
İnfaz hakimliği hükümlünün; kurallara uyumunu, toplum veya ceza infaz kurumu
bakımından arz ettiği tehlikeyi ve rehabilitasyon çalışmalarındaki gelişimin
değerlendirerek, kararda belirttiği süreyi üç aydan fazla olmamak üzere
müteaddit defa uzataileceği gibi kısaltmasına veya sonlandırılmasına da karar
verebilir.

  (5)
Üçüncü fıkra kapsamına giren hükümlünün yaptığı görüşmenin, aynı fıkrada
belirtilen amaca yönelik yapıldığının anlaşılması halinde, görüşmeye derhal son
verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan
önce taraflar bu hususta uyarılır.

  (6)
Hükümlü hakkında, beşinci fıkra uyarınca tutanak tutulması halinde, Cumhuriyet
başsavcılığının istemiyle hükümlünün avukatlarıyla görüşmesi infaz hakimince
altı ay süreyle yasaklanabilir. Yasaklama kararı, hükümlüye ve yeni bir avukat
görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir. Cumhuriyet
başsavcılığı baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesini baro
başkanlığından isteyebilir. Bu fıkra hükmüne göre görevlendirilen avukata,
23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uyglama
şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir.

  (7)
İnfaz hakimi tarafından bu madde uyarınca verilen kararlara karşı 16/5/2001
tarihli ve 4675 sayılı İnfaz hakimliği Kanununa göre itiraz edilebilir.

  (8)
Bu madde hükümleri 5275 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin üçüncü fıkrasına göre
yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler ile bu maddenin
üçüncü fıkrasındaki suçlardan hükümlü olup başka bir suçtan dolayı şüpheli veya
sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler hakkında da uygulanır.

  (9)
Tutuklular hakkında bu madde hükümlerine göre karar vermeye soruşturma
aşamasında sulh ceza hakimi, kovuşturma aşamasında mahkeme yetkilidir.

Avukatla görüşme hakkı bu şekilde
kısıtlanmış olup, bu konuda idareye sınırsız bir hak tanınmıştır. İdarenin
tuttuğu tutanak resmi belge niteliğinde olup bunun aksini ispatlamak önceki
düzenlemelerde mümkün değilken şimdi Avukat tüm silahlarından arındırılmış ve
adeta idareye kul edilmiştir.

Çoğu cezaevi şehir dışlarındadır. Yine her
avukatın mesai saatleri içerisinde aşırı bir yoğunluğunun olabileceği bir
realitedir. Avukatların, tutuklu ve hükümlü olan müvekkilleri ile çoğu kez
mesai saatleri dışında veya hafta sonları görüşme yapmayı tercih ettikleri
gözönüne alındığında, böylesi bir düzenleme savunma tarafının önemli bir darbe
almasına neden olacaktır. Cezaevlerinin rutin işleyişleri nedeniyle bir
avukatın müvekkili ile görüşmesi uzun işlemleri gerektirmektedir. Yine cezaevleri
mevcut görüşmeleri de, sayım yapılması veya yemek saatleri gibi nedenlerle
yasal dayanağı olmadığı halde kısıtlamaktadır. Bu haliyle Yönetmelik savunma
hakkının gerekçesiz ve ölçüsüz şekilde zorlaştırılması ve hatta kimi durumlarda
tamamen kısıtlanması anlamına gelecektir.

8. Önceki yönetmeliğin 85, 86, 87.
Maddelerinde “kültür sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü,
kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı”
hususları ayrıntılı olarak düzenlenmişti. Bu husus yeni yönetmeliğin 73.
Maddesinde düzenlenmiş ve 1. Süreli ve süresiz yayınlardan yararlanma hakkı
konusunda bir hüküm getirilmemiş, 2. Diğer hususlarda ise kapsayıcı ve genel
ifadeler yerine muğlak ifadelerle konu geçiştirilmiş, takdire bırakılmıştır. Bu
durumda idarenin sınırsız takdir hakkına bir ekleme daha yapmıştır. Bu şekilde
belli yayın organlarının süreli veya süresiz yayınlarını kuruma kabul edip
etmemede idareye sınırsız bir hak tanımış olmaktadır.

9. Telefon görüşme hakkı ile ilgili
düzenleme getirilen yenilikler:

Hükümlü ve tutukluların telefon görüşme
hakları bağlamında yapılan düzenleme ve yenilikler ile bunların faydalı ve
mahzurlu yönlerine de değinmekte yarar var.

Mevcut hale göre haftada bir kez ve 10
dakika ile sınırlı yalnızca sesli görüşme hakkı tanınmaktaydı.

Bu uygulamada hükümlü ya da tutuklu
idareye bildirdi yakınının numarasını arayarak sadece onun ile görüşme yapabiliyordu.
Telekonfersla aynı anda birden fazla kişiyle bir görüşme yapmak ihlal nedeni
sayılıyordu.

 Ayrıca
tutuklu ya da hükümlü idareye bildirdiği numaralardan yalnızca birini
arayabiliyordu. Muhatap çıkmazsa diğer bildirdiği numarayı arayamıyordu.      

 Şimdi
yeni çıkan yönetmeliğe göre telefonda görüşme hakkına ilişkin bir takım
yenilikler getirilmiş.

Bunları dört başlık altında
toplayabiliriz

1-Şekil yönüyle getirilen yenilik:

Yönetmeliğe göre görüntülü sesli görüşme
yanında görüntülü görüşme hakkı da getirmiş

2-Süre günü ile getirilen yenilik :

Yönetmelik haftalık sesli görüşmeyi 10
dakika olarak belirlerken yeterli sistem ve 
donanımın kurulduğu cezaevlerinde haftada bir yapılacak görüntülü
görüşmeyi 30 dakika olarak belirlemiş. Yani görüntülü görüşme imkanın
sağlandığı ceza infaz kurumlarında tutuklu ve hükümlüler sesli görüşme yerine
30 dakikalık görüntülü görüşme yapabilecekler.

3- Kişi yönü ile getirilen yenilik

Yeni düzenlemeye göre hükümlü yada
tutuklu bir telefon ile bağlantı kurarak telekonferans yoluyla aynı anda birden
fazla kişiyle birlikte görüşme yapabilecek

4- 
Telefonla haftalık ilave görüşme imkanı:

Yönetmeliğe göre hükümlüye de tutuklu
haftalık kapalı görüş hakkını kullanmaması halinde 30 dakikalık bir ilave
telefonla görüşme hakkına sahip olabiliyor. idare bunu üçe bölerek ilgiliye
kullandırıyor idare sesli ya da görüntülü görüştürme yaptırmak hususunda ise
takdir yetkisine sahip.

Yönetmeliğe göre telefon görüşme hakkına
getirilen bu yenilikler üçlü bir ayrıma göre tutuklu :ve hükümlülere
kullandırılacak.

A-Suç ayrımına göre

B- Ceza miktarına göre

C- İdare tarafından tehlikeli hükümlü
sayılıp sayılmamaya göre.

A. Suç ayrımına göre

1. terör örgütü yöneticiliği ve suç
işlemek amacıyla kurulan silahlı örgüt yöneticiliğinden mahkum olanlar: Haftada
bir kez ve sadece 10 dakika ile sınırlı sesli görüşme hakkına sahipler.

2-Terör ve çıkar amaçlı suç örgütü
üyeleri:

Haftalık olarak sesli ya da görüntülü
görüşme hakkına sahipler.ancak kapalı görüş yapamamak nedeniyle yönetmelik
gereği tanınan ilave telefonla görüş hakkından faydalanabilmeleri idare ve
gözlem kurulunun kararına bağlı.

3-Diğer suçlardan mahkum olup da
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası dışında ceza alanlar: (VİP grup)

Haftalık sesli ya da görüntülü görüşme
hakkına ilave olarak eğer o hafta kapalı görüş hakkını kullanamamış iseler
takip eden hafta otomatikman 30 dakikalık ilave bir telefonla görüşme hakkına
sahipler. İdare bunu üçe bölerek ilgiliye kullandırmak durumundadır.

B. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
mahkûm olanlar:

İdarenin takdirine bağlı olarak on beş
günde bir ve 10 dakika ile sınırlı sesli görüşme hakkına sahipler.

C. İdare ve gözlem kurulu tarafından
tehlikeli hükümlü olduğuna karar verilenler:

Bunlar da ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına çarptırılan lar ile aynı haklara sahipler. Yani  15 günde bir 10 dakika sesli görüşme yapma
hakkına sahipler.

Telefon görüşmesine ilişkin yapılan
düzenlemeler Anayasa ve kanunlara aykırılığı özellikle eşitlik ilkesini ihlal
ettiği açıktır. Somut bir gerekçe olmaksızın ve dayanağı olmaksızın, tali
düzenlemelerle temel kanunların sağladığı imkânlar ya önemli miktarda
sınırlandırılmakta veya yok edilmektedir. Cezaevi idaresine tanınan geniş takdir
hakkının cezaevlerinde keyfi uygulamalara neden olacağını tahmin etmek zor
değildir. Yürütmenin kontrolünde ve onun talimatı ile hareket etmek durumunda
olan Cezaevi müdür ve memurlarının, iktidarın düşmanlaştırdığı veya hedef
aldığı kişi ve gruplara karşı ayrımcılık yapacağı mukadderdir.

Önceki düzenlemelerin tekrarı gibi
gözüken yeni Yönetmelik, önemli hakların kullanımını gösteren düzenlemeleri soyutlaştırarak
belirsiz hale getirmiş, bir çok önemli hususu cezaevi idaresinin taktir
yetkisine bırakarak ayrımcılığa ve kötü amaçlı kullanımlara olanak sağlamış,
savunma hakkının kısıtlanması ile sonuçlanacak hükümlere yer vermiştir. Yapılan
değişiklikler genel olarak insan hak ve özgürlüklerini kısıtlar nitelikte
sınırlı maddelerde yapılmıştır. Evrensel normlar yönetmelik hükümlerinden
çıkartılmıştır.

Yapılan bu düzenlemeler ile Yürütmenin
temel amacının cezaevinde bulunan tutukluların ıslahına yönelik çalışmalar
yapmak değil, kendisine muhalif gördüğü kişi ve grupların cezaevi yoluyla daha
da baskı altına alınmasına olanak sağlamaktır. Bu düzenlemenin ayrıntıları
incelendiğinde iyi niyetle yapılmadığı açıkça ortadadır.

Başta Barolar olmak üzere tüm sivil
toplum örgütlerinin başta avukatlara yönelik getirilen sınırlamalar olmak üzere
hükümlü ve tutuklular açısından ayrımcılığa neden olacak diğer düzenlemeler ile
ilgili olarak tepki göstermeleri, değiştirilmelerinin sağlanmasına yönelik
çalışmalar yapması gerekir.

Şeytan Ayrıntıda Gizlenir: İnfaz Yönetmeliği Eliyle Hükümlü ve Tutuklulara Kurulan “Sinsi” Tuzaklar yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/seytan-ayrintida-gizlenir-infaz-yonetmeligi-eliyle-hukumlu-ve-tutuklulara-kurulan-sinsi-tuzaklar/feed/ 0
Bağımsızlığını MENFAAT Karşılığı Satan Yargı https://hukukpenceresi.com/bagimsizligini-menfaat-karsiligi-satan-yargi/ https://hukukpenceresi.com/bagimsizligini-menfaat-karsiligi-satan-yargi/#respond Wed, 05 Feb 2020 23:17:07 +0000 https://hukukpenceresi.com/bagimsizligini-menfaat-karsiligi-satan-yargi/ Hasan Dursun Bakırköy Adliyesi’nde görevli Cumhuriyet savcısı Tamer C.’nin çalışma arkadaşları yanında adliye dışından bazı kişileri ucuz araba ve arsa vaadi yanında cinsel suçlarla ilgili dosyalarda sanık ve sanık yakınlarını ‘beraat’ vaadiyle 6 ilâ 12 milyon lira arasında dolandırdığı ve sonrasında kayıplara karıştığına dair haberler medyaya yansıdı. Yine ilgili haberlerde Tamer C.’nin emeklilik dilekçesi verdiği, […]

Bağımsızlığını MENFAAT Karşılığı Satan Yargı yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hasan Dursun

Bakırköy Adliyesi’nde görevli Cumhuriyet savcısı Tamer C.’nin çalışma arkadaşları yanında adliye dışından bazı kişileri ucuz araba ve arsa vaadi yanında cinsel suçlarla ilgili dosyalarda sanık ve sanık yakınlarını ‘beraat’ vaadiyle 6 ilâ 12 milyon lira arasında dolandırdığı ve sonrasında kayıplara karıştığına dair haberler medyaya yansıdı.

Yine ilgili haberlerde Tamer C.’nin emeklilik dilekçesi verdiği, bu talebinin HSK tarafından uygun görüldüğü yer aldı. Yani HSK, dolandırıcılık yapan bir kişinin adliyede savcı olarak çalışmasını uygun bulmazken, bu şahsın avukat olarak çalışmasında bir yanlışlık bulmamış.

Haber bende farklı çağrışımlarda bulundu. Zira Tamer C.’yi ve kandırdığı meslektaşlarını motive eden temel güdü, unvanlarını ve onun sağladığı olanakları kullanarak az para yatırıp çok kazanma hırsıdır. Yargının içerisinde debelendiği mevcut ahlaki dejenerasyonun temelinde bu hırs yatar. 

Haksız mal edinme, bunu yaparken mesleğini ve konumunu kullanma, gerektiğinde yetkilerini nakde çevirme açgözlülüğü ve ahlaksızlığı konusunda Tamer C. yalnız değildir. Yargı hiyerarşisinin her seviyesinde kendisine arkadaş ve yandaş bulabilir. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyeleri başta olmak üzere ilk derece mahkemelerinde görevli hâkim ve savcıların “mal beyanları” buna dair sayısız belgelerle doludur. Yargıda çoğu kez, hukuk içerisindeki başarınız değil, “hukuksuz” zeminde kurduğunuz bağlantılarınız sizi yükseklere taşır. Bu çerçevede yargı sisteminin başında bulunanların çoğu, hak ettikleri için değil, birilerine bir şeyler vaat ettikleri için oralara getirilirler.

Yargı mensuplarına rüşvet vermenin türlü türlü yöntemleri vardır. Burada rüşvet kelimesini, ceza kanunu bağlamındaki anlamından daha geniş olarak kullanıyorum. Bir yargıç veya savcının, önündeki dosyanın taraflarından veya onların yakınlarından doğrudan veya dolaylı olarak bir menfaat temin etmesi bir tür rüşvettir. Bu bağlamda bir çay veya yemek ikramı ile bol sıfırlı paraların verilmesi sonuç itibariyle aynı kapıya çıkar.

Özellikle iktidar partisi veya onunla ilintili bulunan kişi ve kurumlardan elde edilen her türlü menfaat, hâkim ve savcının iradesini felce
uğratan, onun tarafsızlığına gölge düşüren bir tür zehirdir. Böylesi bir zehri ruhu ve vücuduyla tadan bir yargı mensubu iflah olmaz.

Yargı sistemi içerisinde menfaat karşılığı iş yapan veya buna yatkın olan hâkim ve savcıların kimler olduğu meslektaşları, avukatlar, güvenlik birimleri ile mahallin nüfuzlu kişileri tarafından bilinir. Bu kişiler başka bir yere tayin olduklarında, onların namları bir şekilde onlardan önce yeni görev yerlerine ulaşır. Daha göreve başlar başlamaz odası adeta bir botanik bahçesine dönüşür, her taraftan davetler almaya başlar. Normal bir hâkim savcının tüm meslek hayatı boyunca göremeyeceği hediye, tebrik ve ziyaretler “menfaatçi” meslektaşlar için rutin lütuflardır.

Menfaatçi bir yargı mensubunun ideolojisi, ilkesi, dini ve milliyeti olmaz. O her kaba göre şekil alabilme becerisi geliştirmiş ayrı bir
türdür. Siyasi iktidarın seyrine göre sakal ve bıyıklarının şekli değişir; ilişki içerisine girdiği ve yarar elde etmeyi umduğu grubun kullandığı
kavramları hemencecik ezberler. Elbise dolabında her meşrebin hoşuna gidebilecek türde farklı renk ve desende giysiler bulundurur.

Menfaat peşinde koşan bir yargı mensubu ile hukuka aykırı yöntemlerle dava dosyalarını etkilemeyi amaçlayan kişi ve gruplar kolayca
birbirlerini bulurlar.

Menfaatçi yargı mensubu, yapacağı hukuksuzlukları çoğu kez kendisi yapamaz. Zira yetki ve sorumlulukları sınırlıdır. Bu durumda kendi
uhdesinde olmayan dosyaları etkilemesi için ya o dosyaya bakan hâkim ve savcıya, ya da itiraz veya temyiz aşamasında bu dosyayı inceleyecek hâkimlere ulaşması onları da “ikna” etmesi gerekir. Bu çerçevede portföyünü belirlemek amacıyla doğrudan ve dolaylı görüşmeler yapmaya başlar. Muhatabına göre söylem geliştirerek bir şekilde onu etkilemeye çalışır. Örneğin ilgilendiği dosyaya
bakan yargı mensubu “milliyetçi” geçinen birisiyse, onu bu yönünden işlemeye ve ikna etmeye, ilgili “müşteri”nin ne kadar vatansever olduğuna vurgu yapmaya çalışır. Bu yöntem kendini solcu, Kemalist, dinci, Alevi vs. olarak tanımlayan tüm hâkim ve savcılar için de geçerli ve kullanışlıdır.

İktidar partileri ve onun etrafında öbeklenmiş menfaat grupları farklı farklı yöntemler kullanıp tüm teşkilatlarıyla seferber olarak her seviyede görev yapan hâkim ve savcı “avına” çıkarlar. Zira siyasi partiler “menfaat” birlikleridir. Bu menfaatin haksız kazanç elde etme ve bürokraside güç kazanma olduğunu söylememe gerek yok. Bu bağlamda adliye içerisindeki sürek avında “yandaş” yargı mensuplarının yanında, adliye ile kolayca ilişki kurabilecek avukatlar, bürokratlar, mahallin tanınmış kişileri kullanılır.

2011-2014 yılları arasında Ankara’da görevliydim. Yüksek makamları “işgal” eden, içlerinde Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay üyelerinin bulunduğu yargı mensuplarının nasıl avlandıklarını yakinen biliyorum. Bunun belirli bir plan doğrultusunda yapılıp yapılmadığını bilmiyorum, ancak tesadüfen gerçekleştiğini düşünmenin de aşırı saflık olacağını düşünüyorum.

Bu süreçte TOKİ aracılığıyla yüksek mahkeme üyelerine sürekli sunumlar yapıldı. Bu sunumların amacı şuydu, TOKİ’nin kısa vadede yüksek kâr getirecek projelerinden bazıları önceden bu üyelere tanıtıldı ve kendilerine uygun peşinat ve taksitle alma olanakları sağlandı. Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümüne bu bağlamda sunumlar yapıldığını canlı tanıklarından dinledim. Hatta tam dosya sunumu yapıldığı sırada TOKİ’cilerin gelmesi nedeniyle duruşmaların ertelendiğini duydum. Benzeri sunumların Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay üyeleri ile kendilerine yakın ilk derece mahkemelerinde görevli yargı mensuplarına yapıldığını biliyorum. Bunun en büyük tanıklarından birisi Anayasa Mahkemesi’nin eski ve yeni başkan ve üyeleridir. Eminim bu kişilerin kendi ve yakın çevrelerinin malvarlıkları incelendiğinde, Anayasa’ya aykırı olarak verilen kararların sırrı daha net ortaya çıkacaktır. Aynı şey diğer “yüksek” yargı makamları kararları için de geçerli.

TOKİ’nin “kupon arazileri” sadece yasama ve yürütme organının değil, yargının da kodlarını değiştirdi. İlk ikisinden farklı olarak yargı kodlarındaki değişiklik tüm devlet sistemini ve işleyişini bozdu. Kupon araziler üzerine kurulu bir devlet sistemimiz ve onun yönlendirdiği yasama, yürütme ve yargı organımız var artık. Kupon arazilerin izini sürdüğümüzde, hepimizi şaşırtacak bağlantı ve ilişkilere ulaşacağımız kesin. Bu araziler, ideolojik, siyasi, dini ve etnik tüm farklılıkları yok eden bir iksire sahip.

Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyeleri kullanılarak, yargı mensuplarının bireysel veya ortak olarak aldıkları arsaların imar değerlerinin
değiştirildiğini, daha önceden tarla veya yeşil olan gözüken alanların nasıl değerli arsalara dönüştürüldüklerine dair onlarca olay dinledim. Anlatanlar, kendilerinin ne kadar akıllıca yatırım yaptıklarından dem vurarak ben ve benim gibi bu fırsatları kaçıran “aptalları” küçümsemeyi amaçladılar.

Yargının bağımsızlığını yitirmesi, taraflı davranmasının altında öyle derin bağlantılar aramaya, komplo teorileri üretmeye gerek yok kanımca. Yıllarca düşük maaşla, mülki idare birimlerinin aksine kıt olanaklarla çalışmaya mecbur bırakılarak ezilmiş alt gelir grubundan gelme yargı mensuplarını ve onların iradelerini satın almak çok basit: maaş artışı ve onları güvence altına alacak kolay haksız kazanç olanakları sunma. Buna bir de korkutmayı eklemezsek denklem eksik kalır.

Böylesi bir denklemin sonucunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Farklı etnik ve ideolojiye mensup gibi gözüken ancak temelde aynı bilinçaltı refleksle hareket eden hâkim ve savcılardan müteşekkil böylesi bir yargıyı kontrol etmek ve yönlendirmek zor olmasa gerek.

Günümüz yargı sistemine yön veren hâkim ve savcılar bu iktidar döneminde yetişmediler. Ancak öncekilerin reflekslerini sergiliyorlar: kendi menfaatlerini kutsama, hukuk dışı ilişkiler kurma, hukuku iktidarın iradesine amade kılma, yaptıklarına ulvi gaye maskeleri giydirme ve devletçilik rolü oynama.

Bağımsızlığını MENFAAT Karşılığı Satan Yargı yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/bagimsizligini-menfaat-karsiligi-satan-yargi/feed/ 0
Yargı “Er Meydanı’nın Yitik Pehlivanları https://hukukpenceresi.com/yargi-er-meydaninin-yitik-pehlivanlari/ https://hukukpenceresi.com/yargi-er-meydaninin-yitik-pehlivanlari/#respond Tue, 04 Feb 2020 01:04:17 +0000 https://hukukpenceresi.com/yargi-er-meydaninin-yitik-pehlivanlari/ Yargı mensuplarının (hukukçuların) ekonomik, sosyal, siyasal olaylara ve yargının sorunlarına dair görüşlerini belirttikleri, gerek gerçek ve gerekse sanal âlemde var olan çeşitli “er meydanları” vardır. Her bir hukukçumuz zaman zaman bu meydana çıkar, hünerlerini sergilerler. Bir hukuk adamı olarak benim de, 2002 yılından bu güne kadar, zaman zaman çeşitli “er meydanlarında” güreş tutmuşluğum olduğu gibi; […]

Yargı “Er Meydanı’nın Yitik Pehlivanları yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Yargı mensuplarının (hukukçuların) ekonomik, sosyal, siyasal olaylara ve yargının sorunlarına dair görüşlerini belirttikleri, gerek gerçek ve gerekse sanal âlemde var olan çeşitli “er meydanları” vardır. Her bir hukukçumuz zaman zaman bu meydana çıkar, hünerlerini sergilerler.

Bir hukuk adamı olarak benim de, 2002 yılından bu güne kadar, zaman zaman çeşitli “er meydanlarında” güreş tutmuşluğum olduğu gibi; sahadaki müsabakalara yorumlarımla iştirak edip lehe ve aleyhe tezahüratlar yaptığım, gördüğüm kimi güzel hareketlere seyirci tribününden ellerim kızarırcasına alkış çalmışlığım da vakidir.

Bu güne kadar sayısız “pehlivan” davul ve zurna eşliğinde, “zembil”lerinde taşıdıkları veya taşıttıkları “kıspet”lerini giyerek “yağlanma”larını müteakip “peşrevçekmiş, “cazgırların” abartılı anlatımları ve takdimleriyle, “altın kemeri” kazanma ve “başpehlivan” olmak adına er meydanına çıkıp mücadele etmiştir.

Meydanda arz-ı endam edenlerden çok az bir kısmı, hakikaten “altın kemeri” almak için yağlanarak mücadeleye iştirak etmiştir; büyük çoğunluğu, sadece seyircilere gözükmek, evladü iyallerine “er meydanında bende vardım, mücadelelere ben de iştirak ettim, fakat kazanamadım” deyip, belgelemek adına kazananlarla selfi çektirmek için meydanda tezahür etmişler; ancak asıl müsabakalar başladığında bir anda, gerek gerçek pehlivanların “peşrevlerinden” ürküp korkarak ve gerekse “ağa”ların ikaz ve ithamlarına dayanamayarak alandan bir anda yok olmuşlardır. Ancak bu “pehlivan namzetleri” tertip edilen her müsabakada, alışkanlıklarının bir gereği olsa gerek, utanmadan ve arlanmadan bu davranışlarını tekrar edegelmişlerdir.

Yargı mensuplarının uğrak yeri olan er meydanlarının arşiv kayıtları ve müzeleri incelendiğinde, başpehlivanlığı bileğinin gücüyle hak eden güreşçilerin isimlerinin yer aldığı ve altın kemerlerini gururla ve kıvançla kuşandıkları görülebileceği gibi; meydanda kaçak güreşenlere, alandan kaçanlara, müsabaka sırasında hile yapanlara ait kayıtlara da rast gelmek mümkündür.

Nice pehlivan namzedi var ki, müsabaka öncesindeki peşrevinde, “Yargının Bağımsızlığı”, “Hâkimlik Teminatı”, “Hukukun Temel İlkeleri”, “Hukuk Güvenliği”, “Temel Hak ve Özgürlükleri Savunma ve Bunlara Saygı Duyma” gibi söylemleri kullanmış; bunlarla haksız ve hukuksuz zeminde bulunan kişilere gözdağı vermeye çalışmışlardır. Ancak müsabaka daha başlar başlamaz dediklerini unutup, müsabakanın kural ve teamüllerine aykırı olarak, rakibinin milliyetine, cinsiyetine, etnik yapısı ve ahlaki yatkınlığına, inancına, mensup olduğu dernek ve gruplara saldırarak “kaçak güreşme”ye çalışmıştır.

Genel tablo bu iken, rakibinin saha dışında kalan kimliğine bakmaksızın hakkıyla güreşen ve rakiplerini yenerek “altın kemer” sahibi olan yiğitlerin sayısı da azımsanamayacak kadar çoktur.

Önceki dönemlere ait haksız ve adaletsiz uygulamalara, yapılan zulümlere karşı “güreş tutan”ların, tüm benliğiyle bunlarla mücadele edenlerin; zalim ve mağdur kimlik ve/ya sıfatları değiştiğinde, benzer uygulamalara karşı sessiz kalmaları, yapılanlara çoğu kez doğrudan veya dolaylı iştirak etmeleri, kazandıkları pehlivanlık unvanlarının geri alınmasına ve hatta güreşçi lisanslarının iptaline neden olabilecek ağırlıkta bir kusurdur. Zamanı geldiğinde bunlar er meydanına çıkmaktan ilelebet men edilecek; müzelerin ilgili bölümlerine, gelecek nesillere ibret olsun ve onlar tarafından lanetlensinler diye heykelleri dikilecek ve buralarda ibretlik eserleri sergilenecektir

Yargı “Er Meydanı’nın Yitik Pehlivanları yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/yargi-er-meydaninin-yitik-pehlivanlari/feed/ 0
Tavuk-Yumurta Sorunsalında Hâkimler Ve Savcılar Kurulu’nun Yeri Ve Havabükücü Başkanvekili’nin Rolü https://hukukpenceresi.com/tavuk-yumurta-sorunsalinda-hakimler-ve-savcilar-kurulunun-yeri-ve-havabukucu-baskanvekilinin-rolu/ https://hukukpenceresi.com/tavuk-yumurta-sorunsalinda-hakimler-ve-savcilar-kurulunun-yeri-ve-havabukucu-baskanvekilinin-rolu/#respond Mon, 27 Jan 2020 21:08:16 +0000 https://hukukpenceresi.com/tavuk-yumurta-sorunsalinda-hakimler-ve-savcilar-kurulunun-yeri-ve-havabukucu-baskanvekilinin-rolu/   Tavuk-Yumurta Sorunsalında Hâkimler Ve Savcılar Kurulu’nun Yeri Ve Havabükücü Başkanvekili’nin Rolü   HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın Anadolu Ajansı’na verdiği 24.01.2020 tarihli bir mülakatı yayınlandı[1]. Mehmet Yılmaz’ın açıklamalarında yer verdiği ve övünerek anlattığı yargının temizlenmesine dair “mücadele”nin sayıları 4000’den fazla mağdurundan biri de benim. Bu işlemlere doğrudan muhatap oldum. Anayasa ve yasaların nasıl katledildiğini, hâkim […]

Tavuk-Yumurta Sorunsalında Hâkimler Ve Savcılar Kurulu’nun Yeri Ve Havabükücü Başkanvekili’nin Rolü yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
 

Tavuk-Yumurta Sorunsalında Hâkimler Ve Savcılar Kurulu’nun Yeri Ve Havabükücü Başkanvekili’nin Rolü

 

HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın Anadolu Ajansı’na verdiği 24.01.2020 tarihli bir mülakatı yayınlandı[1].

Mehmet Yılmaz’ın açıklamalarında yer verdiği ve övünerek anlattığı yargının temizlenmesine dair “mücadele”nin sayıları 4000’den fazla mağdurundan biri de benim. Bu işlemlere doğrudan muhatap oldum. Anayasa ve yasaların nasıl katledildiğini, hâkim ve savcı teminatının nasıl ayaklar altına alındığını yakinen biliyorum. Bunu yaparken açık olan Anayasa ve yasa hükümlerinin nasıl kasten kötüye yorumlandığını, hukuksuz kararlarının kamuoyunda etkisini artırmak amacıyla gerçeklerin nasıl çarpıtılıp, eğilip büküldüğünü doğrudan tecrübe etmiş eski bir yargı mensubuyum.

Bu açıklamalarında Sn. Yılmaz bana, benim gibi ihraç olan, gözaltına alınıp tutuklanan, yüzlercesi halen cezaevinde tutsak olan ve onlarcası hücrelere konulan masumiyet karineleri ellerinden alınmış onurlu ve şerefli hâkim ve savcılara önemli ithamlarda bulunmaktadır. Daha önceden de benzeri söylemlerde bulunuldu. Yine atılan iftiralara karşı sesimizi yükselttik. Ancak sesimizi bizden başka duyan olmadı. Ne yargılamalarımız sırasında söylediklerimiz tam olarak tutanağa geçirildi ve ne de duruşmalarımızı dahi takip etmeyen sahte hukuk devleti havarilerince bunlar topluma duyuruldu.

Söylenenlere karşı sessiz kalmayı vicdanıma kabul ettiremiyorum. Söyleyeceklerimin toplum vicdanında karşılık bulacağına inanıyorum. Belki sadece boşluğa ıslık çalmış olacağım; ancak, Ancak ben kendimi vicdanımda yargıladığımda beraat ettirmeliyim. Aksi takdirde uykularım kaçar, kahrolurum, çocuklarımın yüzüne bakamam.

Başkanvekili’nin söz konusu mülakat içerisindeki beyanları, kullandığı üslup ve dayanakları farklı bakış açılarına göre değişik değerlendirmelere tabi tutulabilir. Ancak hukukun uygulanması ve adaletin tesisi iddiasındaki yargı teşkilatını şekillendiren ve denetleyen bir kurulun başında yer alan ve ona sözcülük eden bir kişinin sözleri en başta Anayasa ve yasalar çerçevesinde kritiğe tabi tutulmayı hak etmektedir.

Anayasa’nın 138.maddesi hâkimlerin görevlerinde bağımsız olduklarını; hiçbir organ, makam veya kişinin hâkimlere emir ve talimat veremeyeceğini, telkinde bulunamayacağını söyler. Anayasa’nın 139 ve 140. maddeler birlikte okunduğunda hâkim ve savcılar ile ilgili yapılan her türlü atama, tayin, terfi veya ihraç gibi işlemlerin “hâkimlik ve savcılık teminatı”na uygun olarak kanunda düzenlenmesi ve HSK tarafından bu doğrultuda uygulanması gerekir. Anayasa’nın bu maddelerinin anlamı ve önemi ile HSK’nın konumu bağlamında geniş bir külliyat var. Ayrıntılarını bunlara havale ederek konuya geçmek istiyorum.

Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun oluşumu, faaliyetleri ve fonksiyonları 6087 sayılı Yasa tarafından düzenlenmiştir. Söz konusu Yasa’nın 3.maddesine göre: “Kurul, görevlerini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsızdır. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Kurula emir ve talimat veremez.// Kurul, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esaslarını gözeterek adalet, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkeleri çerçevesinde görev yapar

HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın aşağıda irdelemeye tabi tutacağımız açıklamaları ve HSK tarafından 22.01.2020 tarihli basın bildirisi Anayasa ile 6087 sayılı Yasa’nın tam anlamıyla çiğnenmesi hatta yok sayılmasıdır.

Mehmet Yılmaz, açıklamalarıyla her ne kadar kamuoyunu aydınlattığını düşünüyor olsa da, eylem ve söylem birliği içerisinde hareket ettiği diğer üyelerle birlikte işledikleri suçları ikrar ediyor, gelecekte yapılacak yargılamalarda kullanılacak önemli deliller oluşturmaya devam ediyor. Devam ediyor diyorum, zira 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra Sn. Yılmaz’ın dönem dönem yaptığı açıklamaları birlikte okunduğunda, Türk yargısına ve yargı üzerinden toplumun tüm kesimlerine nasıl bir komplo kurulduğu net şekilde anlaşılacaktır.

Okumada kolaylık sağlaması açısından önce Sn. Yılmaz’ın açıklamalarına yer verip sonrasında kısaca bunların değerlendirmesini yapmaya çalışacağım.

MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: 2014’ten itibaren FETÖ ile mücadele ettiklerini, ilgili daire tarafından verilen soruşturma izinleri sonrasında müfettişler eliyle soruşturmaların yapıldığını, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi gününe kadar 130’un üzerindeki FETÖ mensubunu, hukuk içinde yaptıkları usulsüzlüklerden dolayı açığa aldıklarını, bazılarını ihraç ettiklerini, bazıları hakkında da kovuşturma izni verdik.

Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler” (Anayasa m.138). Bunun anlamı şudur; bir hâkim kendi kanaatine göre, yasanın kendisine tanıdığı yetkiler çerçevesinde, dosyada mevcut olan verilere dayanarak bir karar vermişse, bunun denetimini idari bir organ olan HSK yapmaz, yapamaz. Hâkim tarafından verilen bir kararı denetleyecek itiraz ve temyiz makamlarının hangileri olduğu yasalarca belirlenmiştir ve hukuki denetim ancak bunlar tarafından yapılabilir. Ancak bu söylediklerim hâkimlerin suç işleme özgürlüklerinin olduğu anlamına gelmez. Bir hâkimin yetkilerini açıkça kötüye kullandığı durumlar “hâkimlik teminatı ve mahkemelerin bağımsızlığı” ilkelerine zarar vermeden HSK tarafından yasal usule uygun olarak incelenip tespit edilebilir. Bu tespit sonrasında ilgili hâkimin ihracına da karar verilebilir.

Sn. Yılmaz’ın beyanında geçen ve Temmuz 2016 öncesinde açığa alınan veya ihraç edilen 130 hâkim ve savcının ihracının tamamen siyasi saiklerle yapıldığı, Anayasa ve yasal güvenceleri gasp edilerek haklarında işlem tesis edildiği, haklarında inceleme yapan müfettişler ve soruşturma yapan savcılar ile karar veren hâkimlerin HSK tarafından itina ile seçildiği tüm kamuoyu tarafından bilinen bir gerçektir. Ancak maalesef fikri takip yapabilecek dürüst ve namuslu  entelektüellerin, yazarların, gazetecilerin ve siyasilerin susturulduğu bir ortamda bunlar, unutulmaya terkedilmiş gerçeklerdir.

130 hâkim ve savcı, verdikleri yargısal kararlar bir temyiz incelemesi sonrasında açıkça hukuka aykırılıkları tespit edilmeden, tamamen siyasi amaçlarla hareket eden ve seçilmesini siyasilerin sağladığı HSK üyelerince açığa alınmış ve ihraç edilmişlerdir. Yine bu Kurul’un atadığı savcı ve hâkimlerce tutuklanmışlar; bu Kurul’un seçtiği hâkimlerce yargılanıp cezalandırılmış ve sonrasında bu Kurul’un seçtiği Yargıtay üyelerince cezaları onanmıştır.

Zincirleme halinde gerçekleştirilen bu yasa dışı uygulamalar Sn. Yılmaz tarafından “hukuki” olarak nitelendirilip kabul edilmekte ve kamuoyu tarafından da böyle algılanması sağlanmaya çalışılmaktadır.

MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ:Darbe öncesi başlayan inceleme ve soruşturma dosyalarımız zaten vardı, müfettişlerin FETÖ’ye yönelik çalışmaları devam ediyordu, savcılıkla birlikte iş koordineli gidiyordu. 15 Temmuz 2016’ya geldiğimizde ortada daha OHAL yokken darbe sabahı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının gözaltı kararı gereğince 2 bin 740 hakim ve savcı hakkında açığa alma kararı verdik. Müfettişler ve savcılık eliyle yürütülen bir çalışma vardı. Yeterli olgunluğa ulaşması bekleniyordu, darbe gecesi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, elindeki bu çalışmaları değerlendirerek ilgili hâkim ve savcılar hakkında gözaltı kararı verdi.” 

Yılmaz bu beyanında o kadar büyük itiraflarda bulunuyor ki, kısa bir makalede bunlardan hangi birini değerlendireceğimi seçmekte zorlandım. Bunlardan bazılarını şöyle sıralamam mümkün:

  • İhraç edilen tüm hakim savcılarla ilgili dosyalar 15 Temmuz 2016 tarihinden önce hazırlanmıştı,
  • Bu dosyaların işlemleri Ankara Başsavcılığı ile koordineli şekilde yürütüldü,
  • OHAL ilan edilmeden, darbe teşebbüsü bahane edilerek, daha önceden belirlenen listeler kullanılarak açığa alma ve ihraç kararları verildi,
  • Önce Ankara Başsavcılığı gözaltı kararı verdi sonradan Kurul açığa işlemini yaptı,

Bu tespitlerin her biri ayrı birer hukuk cinayeti. Kurumları faal ve etkin bir  hukuk devletinde, yapılan böylesi bir açıklama sonrasında muhalefetin, sivil toplum örgütlerinin, baroların ve aydınların seslerini yükseltmesi, açıklama sahibini kınaması ve sonrasında bu kişinin istifasını istemesi gerekir. Ancak Türkiye ne ideal bir hukuk devleti ne de böylesi bir tepki verecek, demokrasiyi özümsemiş ve bunun mücadelesini verecek kişilere ve sosyal kurumlara sahip.

Sn. Yılmaz açıkça gerçekdışı sözler söylüyor ve kamuoyunu bilinçli şekilde manipüle etmeye çalışıyor. Ufak bir araştırma sonrasında gerçek sürecin şu şekilde olduğu rahatlıkla görülecektir: 17-25 Aralık 2013 tarihi sonrasında iktidar partisi yolsuzluk operasyonları nedeniyle korktu, yapılan soruşturmaların hukuki ve siyasi sonuçlarından kurtulmak ve yenilerinin önüne geçmek amacıyla yargı içerisinde kendisine biat etmeyen veya kontrol edemediği tüm hakim ve savcıları etkisiz kılmaya karar verdi. Bunu tek başına yapamayacağını biliyordu. Bu aşamada perde arkasından yargı içerisinde gizli bir yapılanmanın planlarını ve pazarlıklarını yaptı. Bu pazarlığı kimlerle ve hangi amaçla yaptığı Yargıda Birlik Platformu (YBP) adıyla alenileşti. Bu yapı üçlü bir bloktan oluşuyordu. İlk grupta iktidarın temsil ettiği dinci muhafazakârlar; ikincisinde kendisini Kemalist, solcu, devrimci ve alevi olarak tanımlayanlar; üçüncü grupta ise milliyetçiler ile kişisel menfaatlerini önceleyen hâkim ve savcılar yer alıyordu.

Bu üçlü blok karşısında yer alan hâkim ve savcılar ise YBP üyeleri tarafından iktidar partisi temsilcilerince üretilip kullanılan “paralel”ci ithamıyla yaftalandı. Bunlar içerisinde iktidar temsilcilerine veya iktidar partisiyle yakın ilişkide bulunanlar aleyhine soruşturma açıp karar verenler, bunlarla arkadaşlık edenler, siyasilerle yakın ilişki kurmayanlar, kurmakla birlikte onlara yetkilerini teslim etmeyenler, Gülen cemaatine bir şekilde temas etmiş olanlar (daha sonradan tövbe edenler hariç), samimi şekilde hukuk devletine inanan ve buna hayat vermeye çalışan hâkim ve savcılar vardı.

Ekim 2014 tarihinde HSK’ya yeni üyeler belirlenmesi için hâkim ve savcılar arasında seçim yapıldı. Bu seçimi tüm birimleriyle iktidar ve muhalefetin desteklediği YBP adayları kazandı ve bu üyeler HSK’da söz sahibi oldu.

Ekim-2014 HSK’nın temel amacı, üyelik seçimleri sırasında kendilerince muhalif (düşman) olarak gördükleri adaylar ile bunlara oy veren 5300 civarındaki hâkim ve savcıyı tespit ve tasfiye etmekti. Bu doğrultuda atadıkları Başsavcı ve komisyon başkanları aracılığıyla “cadı avına” başladılar. Bunların temel görevi adliyelerdeki muhalif gördükleri hâkim ve savcıları tespit etmek, ettiklerini merkezi bilgi havuzuna göndererek fişlemekti.

Sayın Yılmaz’ın açıklamasında yer alan “FETÖ’ye yönelik çalışmalar devam ediyordu, savcılıkla birlikte iş koordineli gidiyordu” beyanıyla itiraf ettiği şey, hep birlikte fişleme yapmış oldukları ve Kurul’un bunun koordinasyonunu üstlendiğidir.

Sn. Yılmaz açıklamasında övünerek ve sanki bir yerlere mesaj ve hesap verircesine “15 Temmuz 2016’ya geldiğimizde ortada daha OHAL yokken darbe sabahı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının gözaltı kararı gereğince 2 bin 740 hâkim ve savcı hakkında açığa alma kararı verdik” diyor.

Anayasa ve yasaları hiçe sayarak ihraç kararları veren HSK’nın bu kararlarında dayandığı temel mevzuat, OHAL döneminde çıkartılan ve her vicdanlı hukukçunun Anayasa’ya aykırılığı konusunda mutabık kaldığı 667 sayılı KHK ile yine fiilen OHAL’i devam ettiren 375 sayılı KHK’dır. Bu gerçekliğe rağmen Sn. Yılmaz açıklamasında OHAL olmadan, daha onun mevzuatı yürürlüğe girmeden harekete geçtiklerinden ve cellatlığa soyunduklarından bahsedebiliyor. Ancak verilen ihraç kararları tümü incelendiğinde, temel gerekçe olarak darbe teşebbüsü ile sonrasında çıkartılan OHAL şartları ve düzenlemelerinin kullanıldığı görülecektir.

Bu durumda iki ihtimal var: Birinci ihtimalde Yılmaz ve suç ortakları, OHAL ilan edilmeden onun ilan edileceğini bilerek daha önceden hazırladıkları soykırım (fişleme) listelerini ivedi olarak işleme koydular ve sonradan çıkan OHAL düzenlemelerini kararlarına dayanak yapıp kendilerini kurtarmaya çalıştılar.

 İkinci ihtimalde ise OHAL düzenlemelerine ihtiyaç duymaksızın hâkim ve savcı ihracı yapabilecek bir yasal mevzuata sahiplerdi. Son ihtimalde akla gelen önemli bir soru, Sn. Yılmaz ve suç ortaklarının Ekim 2014 ile Temmuz 2016 arasında neden harekete geçmedikleri olacaktır. Harekete geçmediler; zira, ihraç için kullanabilecekleri hiçbir yasal bilgi ve belgeye sahip değillerdi. Bunun için etrafın toz duman olduğu bir ortamı kullanmak için pusuda beklediler. 15 Temmuz onlara bu ortamı sağladı. Onlar da vakit kaybetmeden harekete geçtiler.

Sn. Yılmaz’ın açıklamaları tutarsız ve savruk. Bunun temelinde işlediği suçtan dolayı övünen ve aynı derecede bundan korkan bir failin, savunma yaparken ortakları ile aralarında gizli olarak yaptıkları kurguyu karıştırıp kendisini ve ortaklarını ifşa etme refleksi yatıyor galiba.

Sn. Yılmaz’ın yaptığı en büyük çarpıtmalardan birisi de, ihraç edilen 2.740 hâkim ve savcı hakkında önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gözaltı kararı verilmesi, sonrasında Kurul’un harekete geçerek bu kişileri ihraç ettiğidir.

Ben 16 Temmuz sabahı açığa alınıp, öğle sonrasında gözaltı işlemine tabi tutulan ve 21 Temmuz 2016 tarihinde tutuklanan bir savcıyım. Gözaltı talimatı ve tutuklama kararımda yazan tek gerekçe HSK tarafından verilen açığa alma işlemidir. Yine sorgu sırasında sulh ceza hakimine hakkımdaki delillerin ne olduğunu sorduğumda dosyada delil olmadığını, tek verinin açığa alma kararı olduğunu, ancak Kurul tarafından kendilerinin telefonla aranarak bilgilendirildiklerini, Kurul nezdinde deliller olduğunu ve sonrasında dosyaya gönderileceğini söylemiştir.

Tahliye olduğum 27 Aralık 2018 tarihine kadar tüm tutuklama devam kararlarımın temelinde HSK tarafından verilen açığa alma ve ihraç kararı temel gerekçe olarak kullanılmıştır. Cezalandırılma kararımın ana omurgasını da yine bu aynı gerekçe oluşturmaktadır.

Mehmet Yılmaz gerçekleri bükerek hakikâti çarpıtmaya devam etmektedir. 15 Temmuz gecesinde neler olduğuna ilişkin olarak Sn. Yılmaz’ın önceden yaptığı açıklamaları ile basına yansıyan[2] bilgiler birlikte değerlendirildiğinde Ankara Hakimevi’nde Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek başkanlığında, HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz, Müsteşar Yardımcısı Basri Bağcı, Teftiş Kurulu Başkanı Vedat Ali Tektaş, Ceza İşleri Genel Müdürü Aytekin Sakarya, Strateji Geliştirme Başkanı Alpaslan Azapağası, HSYK Genel Sekreteri Bilgin Başaran, genel sekreter yardımcıları Serdar Mutta ve Erdal Demir, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak, Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen ile Ankara Savcısı Tekin Küçük’ten oluşan bir toplantı yapıldığı anlaşılmaktadır. Böylesi bir toplantıya emniyet ve istihbarat birimleri yetkililerinin katılmaması mümkün değildir.

Bu toplantı sırasında veya öncesinde, daha önceden hazırlanan kıyım (fişleme) listelerini nasıl infaz edeceklerini tam olarak bilemeyen HSK’nın 3. Dairesi, 16.7.2016 tarih ve 2016/7900 sayılı, kendilerince şekli hukuka uygun olduğunu düşündükleri bir karar almıştır. Bu karar ile HSK, mevcut ve halen geçerli 2802 sayılı Yasa’nın 82.maddesine göre işlem yapmış ve 2740 hâkim ve savcı hakkında “Anayasayı İhlal”, “Yasama organına karşı suç”, “Hükümete karşı suç”, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan”, ve “silahlı örgüt” suçlarından soruşturma izni vererek bu suçlara ilişkin soruşturmayı yapmak üzere kurul müfettişi görevlendirilmesini kararlaştırmıştır.

2802 sayılı Yasa’nın 82.maddesi, katliam mahiyetli bir ihraç yapmak isteyen HSK’nın elindeki geçerli tek şekli yasal düzenlemedir. Dolayısıyla HSK üyeleri darbe teşebbüsünü bahane ederek, daha önceden cesaret edemedikleri bu silahı kullanmaya karar verebilmişlerdir. Bu karar dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından da aynı gün imzalanarak işleme konulmuştur.

Halen geçerliliğini koruyan HSK’nın 3.Dairesi’nin 2016/7900 sayılı kararı ortadayken, ne Ankara Başsavcılığı’nın ve ne de başka bir il başsavcılığının bu karara konu hakim ve savcılar hakkında soruşturma başlatma yetkisi olamaz. Aksi durum yetki gaspıdır ve yapılan soruşturma korsan bir soruşturmadır.

Muhtemelen bu toplantı sırasında veya sonrasında birileri, Türk yargısına kurulan komplonun derinliğinden ve kapsamından haberdar olmayan HSK üyelerini bilgilendirerek, 2016/7900 sayılı karar bağlamında düşünülen şeklen meşru bir işlemin infazların sürecini yavaşlatacağını, darbe teşebbüsü ile oluşturulan karanlık bulutların dağılması sonrasında işlerinin zorlaşacağını söylemiş olacak ki, HSK üyeleri fikir değiştirmişlerdir. Çözüm yolu olarak ise önce açığa alma işleminin yapılmasını, sonrasında Ankara Başsavcılığı’nın bu işlemi bahane ederek açığa alınanları delilsiz olarak darbeye teşebbüs ve örgüt üyeliği suçlaması ile gözaltına alıp tutuklamasını, tutuklama sonrasında ise ihraç işleminin gerçekleştirilmesi kabul edilmiştir. Bu plan doğrultusunda Ankara Hakimevi’ndeki toplantıya katılanlar aralarında acele bir görev dağılımı yapmışlar, toplantı sırasında hazır bulunan Ankara Başsavcısı ve Başsavcıvekili hazırladıkları bir yazıyla yüksek yargı mahkeme üyeleri ile ilk derece mahkemesi hâkim ve savcılarından oluşan 2740 kişinin gözaltına alınması talimatını vermiştir. Bu talimatı müteakiben bu hakim savcıların açığa alma işlemi gerçekleştirilmiş, ancak ne gariptir ki, açığa alma işleminde Ankara Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturmaya yer verilmezken, Ankara Başsavcılığı’nın verdiği gözaltı kararının uygulanması safhasında tek delil olarak ilgili savcılıklara HSK’nın açığa alma kararı gönderilmiştir.

Yani yukarıdaki anlatımlarımdan da anlaşılacağı üzere yumurta mı tavuktan çıkmıştır, tavuk mu yumurtadan çıkmıştır sorunsalı, bizlere karşı katliam yapan suç ortakları tarafından bir türlü net olarak ortaya konulmamıştır. Ankara Başsavcılığı ve sonrasındaki tüm il başsavcılıkları kararlarına gerekçe olarak HSK’nın açığa alma kararını kullanmışlar; HSK ise açığa alma kararının gerekçesi olarak başlatılan soruşturma ve sonrasında verilen gözaltı kararlarını öne sürmüştür. Aslında olan şey her birinin tek bir ekip olarak işlemleri yürüttükleri ve her birinin suça iştirakini sağlayacak bir plan yaparak icraya geçmiş olmalarıdır. Böylece herkes bir birini koruyacak, kimse kimseye ihanet edemeyecektir. Geride kalan hukuka dair bilgi kalıntıları ile, hukuk memlekete geri geldiğinde, Anayasal düzeni bozmaktan yargılanacaklarını en iyi kendileri bilmektedir.

MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: 15 Temmuz sonrasında HSK tarafından icra edilen fişleme listelerinin infazı Barolar Birliği, barolar, iktidar, muhalefet, sivil toplum örgütleri ve milletvekilleri dâhil her kesimce takdir edilmiş, yapılanlar alkışlanmıştır.

Türk yargısına kurulan bu komplonun ve yargının iskeletini oluşturan kaliteli hukukçuların katledilme işleminin gerçekleştirilebilmesi ancak ve ancak bunun karşısında duracak kişi ve grupların yapılanları desteklemesi ya da göz yumarak üç maymunu oynaması ile mümkündür.

Evet ben ve benim gibi 4.000 den fazla hâkim ve savcı katledildi. Ana muhalefet partisi ile diğer muhalefet partileri bizlere, yani yargıya ve hukuk devletine sahip çıkmadılar. Barolar Birliği bu işlemlere tam destek verdi; hatta Başkan’ı olan Metin Feyzioğlu, katliamlar nedeniyle oluşacak hâkim ve savcı açığının avukatlar tarafından doldurulabileceğini söyleyecek kadar desteğini ileri götürdü. Sivil toplum örgütleri neredeyse tamamen sessiz kaldı ve bu pozisyonlarını istikrarlı şekilde devam ettiriyorlar.  Bir kısım il baroları cılız seslerle yapılanlara karşı çıkılıyormuş gibi yapsalar da, bu tepkiler kurumsal olarak dillendirilmedi, fikri takip yapılmadı.   

Muhtemelen Sn. Yılmaz’ı bu kurum temsilcileri aramışlar ve tebrik de etmişlerdir. Zira Yılmaz kararlarının kimler tarafından desteklendiğini açık açık söylüyor. Sn. Yılmaz’ın söylediği kurumlardan, yapılan katliamları alkışlamayanlar var ise çıkıp bunu beyan etmelidirler. Aksi halde suskunlukları, katliamlara sessiz kalarak bunları taktir ettikleri şeklinde yorumlanacak ve böylece tarihe geçecektir.

Sn. Yılmaz’ın en önemli itirafı belki de bu oldu. Zira Yılmaz açıklaması ile bu katliamı sadece kendilerinin yapmadığını, buna teşvik ve tahrik edildiklerini, sonrasında da taktir edildiklerini söyleyerek kimlerin bu yapılanlardan dolayı mutlu olduğunu da ifşa etti bizlere.

Darbe tiyatrosunun üzerinden neredeyse 4 yıl geçmesine rağmen, yapılan hukuksuzluklar bu kesimlerce dillendirilmiyor, katliamlara yüksek sesle tepki gösterilmiyor.

Bu sessizliğin sebebi konusunda, belirli bir zaman geçip, olaylar üzerindeki sis perdesi kalktığında sosyal ve siyaset bilimciler eminim daha sağlıklı tespit ve değerlendirmelerde bulunacaklardır. Ancak 14 yıl savcı olarak çalışmış ve bu nedenle adliye içerisini bildiğini düşünen bir hukukçu olarak şunu söyleyebilirim ki, ülkede toplum önünde olan ve bunları yönlendiren partiler, sivil toplum örgütleri, inanç ve etnik gruplar, gazeteciler, entelektüel ve akademisyenlerin temel gayesi hiçbir zaman hakiki anlamda hukuk devletini hayata geçirecek bir yargı sistemi olmadı. Her kişi ve grup kendisini koruyacak, karşısındakine saldıracak bir yargı sistemi hayal etti ve bunu hayata geçirecek yargıç ve savcı kadroları oluşturmaya çalıştı. İhraç edilen 4.000 den fazla hâkim ve savcının ortak noktası, varsa hata ve kusurlarına rağmen, hukuk devletini hayata geçirmek ve ona canlılık kazandırmaktı. Bu yapıldığında mahkeme kürsülerini kendilerine siper ederek emellerini gizleyen ve bu yöntemle savaşını veren ideolojik, dini ve etnik gruplar ile menfaat odaklarının gerçek yüzü ortaya çıkacak ve ifşa olacaklardı. Bunlar güçlerini korusun, çarkları biraz daha dönsün etsin diye bizlerin boynu vuruldu.

Söz ve yazılarında ya da metinlerinde koca koca kelimelerle hak ve adalet mücadelesi verdiğini söyleyen kişi ve grupların sessizliği bundandır. Bizim akan kanımız, onların da maskelerini düşürdü, düşürmeye devam ediyor.

Bizler görünürde iktidar ve onu temsil eden kişi ve gruplar tarafından katledilirken, yapılanların muhalif görünen kişi ve gruplarca açıktan veya gizlice alkışlanması, zaman zaman bizleri taşlamaları, bunların gerçekte cellatlarımızla aynı duyguyu paylaştıklarının en büyük verisidir.

Benim bildiğim bu doğrunun Sn. Yılmaz tarafından dillendirilmiş olması, hakikat adına sevindirici bir durum.

MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: Biz ihraç kararlarını verirken gece yarılarına kadar toplantılar yaptık, tüm delilleri üyelerin tamamıyla inceledik, tetkik hâkimler ve müfettişler de bu işlemlerimize yardım ettiler, verdiğimiz kararlara yapılan itirazları da inceledik ve yanlış olanlarından döndük.

İhraç kararları sonrasında, bu kararlar nedeniyle şaşkınlık yaşayan, kendisi hakkında böyle bir işlemin neden verildiğini öğrenmeye çalışan birçok meslektaş ya doğrudan, ya da bir tanıdığı vasıtasıyla HSK üyelerine ulaşmışlar ve bunlara neden? sorusunu yöneltmişlerdir. Bazı üyeler, aralarındaki önceye dayanan samimiyet nedeniyle soru sahiplerine şu itiraflarda bulunabilmişlerdir: “Ben kimin atıldığını dahi bilmiyorum, bize listeler geliyor ve biz de imzalıyoruz. Siz itiraz edin, yeniden inceleme aşamasında daha dikkatli bakarız.”

Sn. Yılmaz ve diğer HSK üyelerinin ne kadar titiz çalıştıklarını, ihraç edilen her hâkim ve savcı yakinen bilir! Öyle ki titizlikle hazırlanan listelere daha önceden vefat etmiş meslektaşlar girebilmiş, önceden istifa veya başka bir nedenle meslekten ayrılanların isimleri yer alabilmiştir.

Bugüne kadar bana ihraç gerekçelerim yazılı olarak bildirilip savunmam alınmadı. Sadece benim değil hemen hemen diğer tüm mağdur meslektaşlarım için de aynı şey geçerli. İddianamemde aleyhime kullanılan delil müsveddeleri, tutuklanmamdan yaklaşık 5 ay sonra alınan itirafçı anlatımı ile yine yaklaşık 8 ay sonra MİT tarafından hazırlanan Bylock raporudur. Bunların yanına serpiştirilen telefon görüşme kayıtlarımın incelenmesi veya sosyal medya hesaplarımdaki paylaşımlarıma dair raporlar göz boyamaya yönelik belge parçalarıdır.

Suç oluşturmayacak eylemler bizlere suçlama olarak yöneltilmiş; bu ithamlara delil oluşturmak için beyanda bulunmaya zorlamak amacıyla masum insanlar hapislere atılmışlardır. Böyle bir bakış açısıyla görevde bulunan herhangi bir yargı mensubunun önceye dayalı arkadaş çevresi, sosyal medya paylaşımları, telefon görüşme kayıtları incelendiğinde, kendilerince uydurulan silahlı terör örgütüne üye olduklarını “ispatlamak” zor olmayacaktır. HSK ile özel yetkili savcılık ve mahkemelerin temel oluşum gayesi zaten bu.

Şunu açıkça söyleyebilirim ki ne benim ve ne de diğer 4000’den fazla meslektaşın ne açığa alma, ihraç ve yeniden inceleme taleplerimizin reddi kararlarımızda şahsileştirilmiş TEK bir gerekçe yoktur. İsimlerimiz sadece karar ekine iliştirilen listede geçmektedir. Meslek hayatımız boyunca vermiş olduğumuz kararlardan tek biri bile aleyhimize delil olarak kullanılmamıştır. Evet, bunun tek bir açıklaması vardır: ihraç edilen hâkim ve savcılar iyi hukukçulardı, kaliteli işler yapıyorlardı, hatalarına rağmen kararları doğruydu.

MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: Kendilerinin de teşvikiyle o dönemde birçok itirafçı beyanının ortaya çıktığını, 500’ü aşkın itirafçının beyanlarıyla çok önemli sonuçlara ulaştıklarını, itirafçıların beyanlarını, yargılama titizliği içinde tek tek ele aldıklarını ve kararlarını buna göre verdiklerini söylemiştir.

Ben ve benimle birlikte ihraç edilen 3500’e yakın hâkim ve savcı ile ilgili, ihraç tarihlerimiz sırasında tek bir tanık anlatımı dahi yoktu.

HSK’nın ihraç işlemi ve Ankara Başsavcılığı’nın gözaltı ve tutuklama emirleri sırasında ellerinde hukuki veya gayri hukuki hiçbir delil yoktu. Olan şey sadece ve sadece fişleme ve infaz listeleriydi. Bu listeleri işleme koymaları gerekiyordu. Darbe teşebbüsü bunun için iyi bir ortam sağlamıştı. Kim bilir belki de darbe sırf bu tür infaz listelerinin işleme konulması için tezgâhlanmıştı.

Önce infazımızı yapıp idam ettiler, sonrasında arkamızdan mahkûmiyet kararımızı yazıp gerekçelendirerek mezar taşımıza astılar.

Bu öylesine büyük bir hakikat ki, ülke içindeki sisli havadan gözükmese dahi, Strazburg’dan bakıldığında net şekilde görülmektedir. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Sn. Alparslan Altan’ın başvurusuna ilişkin ihlal kararında AİHM şu tespiti yapmak zorunda kalmıştır: “(140). Mahkeme, başvuranın 15 Temmuz 2016 olaylarına dâhil olduğundan kesinlikle şüphelenilmediğini gözlemlemektedir. Kabul edilmelidir ki, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, darbe teşebbüsünden bir gün sonra 16 Temmuz 2016’da başvuranı FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olarak tanımlayan ve tutuklanmasını isteyen talimatı vermiştir (bkz. yukarıdaki 16. paragraf). Hükümet bununla birlikte, başsavcılığın bu talimatına olgusal temel sağlayabilecek herhangi bir “olgu” ya da “bilgi” sunmamıştır.

Sn. Yılmaz açıklamalarını, ilk derece mahkemesi, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi tarafından iştirak halinde gizlenen bir hakikatin uluslararası mahkeme tarafından ifşa edilmesine rağmen yapmaktadır.

AİHM’in böyle bir tespiti karşısında, karara konu olayla ilgili doğrudan veya dolaylı ilgisi ve sorumluluğu bulunan,  kendisine ve mesleğine karşı saygısı olan bir kişinin göstereceği en basit tepki kızaran yüzüyle oturmak ve sessiz kalmaktır. Bunun aksine geliştirilen her söz ve davranışı nitelemeyi okuyucuların takdirine bırakıyorum.

Sn. Yılmaz ve diğer tüm HSK üyeleri, 2014 yılı sonrasında yoğun bir emek ve mesai harcayarak fişleme listeleri hazırladılar. Bu listelerin nasıl kullanılacağını bilmiyorlardı, ancak hepsinin bir gecede ihracını eminim bazıları öngörmüyordu. 15 Temmuz gecesi HSK üyelerinin tamamı önüne bu liste konuldu ve ihraç etmeleri istenildi. Bilen üyeler buna hazırlıklıydılar ve bu anı bekliyorlardı. Ortama tam bir cinnet havası egemendi. Bilmeyenler ve bu çapta bir katliamı öngörmeyenler ise şaşkındılar: Ya imzalayacaklar, ya da açığa alınan ve tutuklama listesinde isimleri bulunan diğer Kurul üyeleri Ahmet Berberoğlu, Mahmut Şen, Şaban Işık, Mustafa Kemal Özçelik gibi tutuklanacaklardı. İşledikleri toplu katliamı belki baştan planlamayanlar, bu kararlara imza atmakla ellerini kirletip suça ortak oldular.

Bizler HSK önüne konulan giyotinlerde infaz edildik. Kesik başlarımızı medya aracılığıyla sokak sokak gezdirdiler ve özellikle görevdeki diğer hâkim ve savcılara sergilediler. Üzerimize atılan suçlama çok büyüktü: Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs. Suçun büyüklüğü karşısında kimse bizi sahiplenmedi, suçsuzluğumuzun en yakın tanıkları dahi sustular/susturuldular.

Bu suçlamanın ağırlığı karşısında kimse delilleri dahi sorgulamadı. Katliam sonrası tutuklanmamıza karar veren hâkimler ve soruşturmamızı yürüten savcılar yavaş yavaş hareketlendiler, Başsavcıları’na “hani bu meslektaşlar ile ilgili olarak bizlere delil gönderilecekti HSK tarafından, neden daha gelmedi” diye endişelerini dillendirdiler. Zira bizleri gözaltına alan ve tutuklayanlara “siz tutuklayın biz sizi delile boğacağız” demişti Ankara’dan birileri. HSK ve onunla birlikte çalışan istihbarat ve güvenlik birimleri harıl harıl delil araştırmaya, bulmaya, uydurmaya koyuldular. Sn. Yılmaz o zaman gazetelere demeçler ve mülakatlar vererek, tutuklu hakim ve savcılara yönelik olarak ““İtirafçılığıyla faydası olan FETÖ’cüleri yeniden hâkim ya da savcı yapabiliriz!”[3] gibi vaatlerde bulundu.

Bu vaatler muhatabını buldu. Cezaevindeki maddi ve manevi işkencelerden korkup bunalan ve toplumsal linçten ürken bir kısım hâkim ve savcılar, hakikatte suç olmadığını kendilerinin de bildikleri bazı yaşanmışlıklarına dair anlatımlarda bulundular. Bunlar içerisinde ben şu kişiyle dini bir sohbete katıldım, şu hâkim filan gazeteyi okuyordu, şu hâkimin evinde falan hocanın kitabını gördüm, şunlar filan cemaate ait dershanelere gidiyordu gibi masun vakalar vardı. Sn. Yılmaz’ın ağzını doldura doldura “itirafçı” beyanı diye niteleyip kutsadığı ve kullandığı verilerin hemen hepsi bu türden anlatımlardır.

Sn. Yılmaz, bir hâkim ve savcı hakkında, başka bir kişinin kendisini kurtarmak amacıyla söyledikleri beyanlarını aşırı titizlikle incelemiş, bunları tek ve yegâne hakikat olarak kabul ederek kararlarını verdiğini söyleyebilmiştir.

İtirafçı olan hâkim ve savcılara ne mi oldu? Başkanvekili Mehmet Yılmaz başka bir açıklamasında bu soruyu cevapladı ve şöyle dedi: Ben itirafçı olanları kandırdım, onları konuşturmak için yalan söyledim, yoksa bu kişilerin mesleğe döndürülmesi gibi bir durum söz konusu değildir.

Yani Sn. Yılmaz’ın muhataplarını kandırması ve hakikati bükmesi yeni değil. Kendisi de açıkça bunu kabul ediyor ve kutsal amaçlar için yalan söylemeyi kendisine göre ahlakileştirebiliyor.

Hakikaten ilginç ve komik bir ülkede yaşıyoruz. Devasa bir komedi sahnesini andıran ülkede her kişi ve kurum rol kapma peşinde. Zaten son yıllarda, devlet bürokratlarının, siyasetçilerinin veya toplum önünde yer alan kişilerinin Cem Yılmaz’ı işsiz bırakacak derecedeki performansları bunun en büyük delili. HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz sadece bunlardan biri.

Mesela yaptığı mülakatında Sn. Yılmaz şöyle diyor: “HSK ne için var? HSK’nın görevi sadece hâkim ve savcıyı cezalandırmak, yanlışı tecziye etmek değil, gerçek misyonu hakim ve savcıların teminatını sağlamak. Anayasa’da o yüzden yer almış.” Güleceğim ama gülemiyorum. Zira ben sahnelenen bu komedinin malzemesiyim, mağduruyum. Keşke yaşananlarla arama birazcık mesafe koyup gülebilsem, günlerce  ve hatta haftalarca kahkaha atabilirim inanın.

MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: Son çalışmada 150’ye yakın hâkim-savcı grubunu inceledik, 60’ının savunmasının alınmasına karar verdik, 60 kişiden 18’ini ise “kürsüde göreve devamlarının yargının saygınlığına, güvenilirliğine zarar verebileceğini” düşünerek açığa aldık. Ankesör uygulamasını da isteyen biziz zaten. Bizim dışımızda hazırlanmış da bizim üzerine gitmediğimiz bir listenin varlığı gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Bu, mümkün değil. Eğer birileri bizim dışımızda ankesör kullanan insanlar tespit etmiş de bize bildirmiyorsa suç işliyor demektir. Bu da mümkün değil.

Bu söyleminin muhatabının halen görev yapan ilk derece, istinaf veya temyiz mahkemelerinde görevli hâkimler olduğu izahtan varestedir. Sn. Yılmaz gayet samimi ve açık şekilde, bizim sözümüzü dinlemeyen, bizi rahatsız edecek kararlar veren, iktidarı veya onun etrafındakilerini huzursuz eden hâkim ve savcılar ayaklarını denk alsınlar diyor. Aksi takdirde hepsinin akıbeti isimsiz bir ihbar mektubuna ve isim haneleri boş iftiracı tanık anlatımlarına ya da yeniden pişmanlık duyacak bir meslektaşının ifadesine bağlıdır.

Şu andaki mevcut yargı düzeninde Sn. Yılmaz’ın açıklamaları, yargılama yapan hâkim ve savcılara yönelik emir, talimat ve telkin mesaj niteliğindedir. Açıklamasında bol bol “hâkimlik teminatı ve mahkemelerin bağımsızlığı” gibi kavramları kullanması şaşırtmasın kimseyi.

Ama eminim yargının mevcut çalışanları mesajı hemencecik almışlardır. Bu onların zeki olmalarından kaynaklı değil kesinlikle. Hiç mürekkep yalamamış ancak menfaatlerini maksimize edip kutsayan bir insanın dahi anlayabileceği açıklıkta bir mesaj bu zira. 

Sn. Yılmaz bir de büyük bir civanmertlik gösteriyor. Yargı katliamından önemli derecede sorumlu olan istihbaratçılarını korumaya kalkışıyor. Bunların aslında suçsuz olduğunu, kendilerinin ankesörleri inceleyin talimatı verdiğini falan söylüyor. Bu yönüyle, ahlaki kriterleri bağlamında, kendisini takdir edebilirim.

Biliyorum, yazım biraz uzun oldu. Ancak söylenen sözlerin önemi ve toplum üzerindeki yıkıcı etkisinin büyüklüğü, yargının yapılan zulümlerdeki rolü gözönüne alındığında bazı konuları detaylandırarak açıklamak durumunda kaldım. Umarım doğrunun ortaya çıkmasına ufak bir katkı sunmuş, sizlere farklı pencere açabilmişimdir.

[1] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/hsk-baskanvekili-yilmaz-su-anda-400-hakim-savci-ile-ilgili-devam-eden-sorusturma-var/1712196

[2] https://www.aksam.com.tr/yazarlar/emin-pazarci/o-gece-neler-oldu/haber-540829

[3] https://odatv.com/yaptim-ama-bir-sor-niye-yaptim-2812161200.html

Tavuk-Yumurta Sorunsalında Hâkimler Ve Savcılar Kurulu’nun Yeri Ve Havabükücü Başkanvekili’nin Rolü yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/tavuk-yumurta-sorunsalinda-hakimler-ve-savcilar-kurulunun-yeri-ve-havabukucu-baskanvekilinin-rolu/feed/ 0