• Mart 26, 2022
  • No Comment

İktidarın Koçbaşı: Yargıda Birlik Derneği

İktidarın Koçbaşı: Yargıda Birlik Derneği

Yazan: Saltuk Buğra KURT

(CBJ Üyesi, Hukukçu, İnsan Hakları Aktivisti)

Türkiye’de maalesef son yıllarda birçok yargı mercii gerek uluslararası gerekse ulusal mevzuata ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına açıkça aykırı kararlar vermekte ve uygulamalar yapmaktadırlar. Örneğin HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş, gazeteci-yazar Ahmet Altan, iş insanı Osman Kavala gibi birçok kişi hakkında AİHM ve AYM verilen haksız tutukluluklarına ilişkin ihlal kararlarına rağmen tutukluluk hallerinin uzun süre devam ettirilebildiği ve bu yönde kararlar verildiği açıkça görülmektedir. Bununla birlikte tutuklama yasağı kapsamında kalmasına rağmen insanların tutuklanabildiği, herhangi bir disiplin cezası olmadığı halde tutuklu ve hükümlülerin tek kişilik hücrelere konulduğu, insan haklarına aykırı birçok uygulamalara yargı mercilerince göz yumulduğu görülmektedir. Türkiye’nin bu tür uygulama ve kararlarla hızla hukuk devletinden uzaklaştığı Avrupa Komisyonu İlerleme raporlarında açıkça dile getirilmiştir[1].

2014 yılında yapılan seçim sonrasında üyelerinin büyük çoğunluğu Yargıda Birlik Derneği adayları tarafından oluşturulan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu[2] (HSYK) kararları uluslararası yargı dernek ve organizasyonlarınca sürekli eleştirilmiştir. 15 Temmuz 2016’dan sonraki tutumu ise durumu daha da vahim bir hale getirmiş, uluslararası yargı ağları Hakimler ve Savcılar Kuruluna (HSK) tepkilerini bir kısım yaptırımları hayata geçirmek suretiyle göstermişlerdir. Bu durum 2018 yılı Avrupa Komisyonu İlerleme Raporunda şu şekilde dile getirilmiştir: “Aralık 2016’da, Avrupa Yargı Kurulları Ağı (European Network of Councils for the Judiciary-ENCJ), HSK’nın gözlemci statüsünü askıya almaya ve ENCJ faaliyetlerine katılımını engellemeye karar vermiştir. Söz konusu karara gerekçe olarak, HSK’nın ENCJ mevzuatına uyumlu olmaması ve yürütme ile yasama erklerinden bağımsız olmaması gösterilmiştir”[3]

Raporda Sulh Ceza Hakimlikleri üzerindeki yürütmenin etkisi, bağımsız ve tarafsız mahkeme olma hüviyetlerini kaybettikleri belirtilerek “Sulh ceza hâkimliklerinin kararları, giderek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadından uzaklaşmakta ve nadiren yeterli düzeyde şahsileştirilmiş gerekçe sunmaktadır. Venedik Komisyonunun Mart 2017 tarihli görüşünde yer alan tavsiyelerinin acilen yerine getirilmesi gerekmektedir.” denilmiştir[4]. Burada dikkat çeken husus kararların şahsileştirilip gerekçelendirilmemiş olmasıdır. Hukuka aykırı olarak verilen kararların gerekçelendirilmesi, hukuki ve mantıki zemine oturtulması mümkün olmadığından kararlar şablon olarak kanuni terimleri ifadeden öteye geçememektedir. Birçok hâkim de hükümetin istediği doğrultuda karar verdikleri takdirde gerekçe yazmaya ihtiyaç duymamaktadır. Hükümetin istemediği veya hoşuna gitmeyecek bir karar verdiğinde ise Anayasal güvencelerin hiçbir öneminin olmadığını, HSK’nın hakkında meslekten çıkarma dahil her türlü kararı verip cezalandırılabileceğini bilmektedir.

Avrupa Komisyonu 2021 Raporu’nda 2019 ve 2020’de olduğu gibi Türkiye’de yargının bağımsız olmadığını tekrar etmiştir. Rapor hakim savcıların ihracı, tutuklanmaları ve yer değiştirmeleri, beraat eden hakim ve savcıların mesleğe geri döndürülmemesi, yargının bağımsız ve tarafsız olmaması, yürütme ve yasama organı temsilcilerinin yargıya müdahalesi, hakim savcı seçim usulünde liyakatin aranmaması, HSK’nın bağımsız ve tarafsız olmaması, hakim ve savcıların hukuksuzlukların faili durumuna gelmiş olması, siyasi yargılamalardaki yaygın hukuksuzluklar, hukuki güvenceler açısından gelişmelerin olmadığı gibi geriye doğru gidişin devam ettiğine dair tespitler yapılmıştır[5].

Raporda yargının durumu ve özellikle yargı bağımsızlığı olmaması ‘sürekli kötüye gitme’, ‘daha fazla gerileme’, ‘yargı bağımsızlığı eksikliği’, ‘hâkim ve savcılar üzerindeki usule aykırı baskı’, ‘liyakatin bulunmaması’, ‘gücün tek bir makamda aşırı yoğunlaşması’, ‘Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını uygulamayı reddetmesi’, ‘HSK’nın bağımsız olmaması’, ‘yargının bağımsız olmaması’ vb. ifadelerle defaten dile getirilmiştir.

Yine Raporda “Venedik Komisyonunun 2017 tarihli görüşünde vurgulandığı üzere; Cumhurbaşkanlığı sisteminde, gücün tek bir makamda aşırı yoğunlaşmasına karşı güvence sağlayan ve yargının bağımsızlığını temin eden denge ve denetleme sistemi hâlâ bulunmamaktadır.” denilerek Cumhurbaşkanlığı sisteminin bizatihi kendisinin yargı bağımsızlığının önündeki en büyük engel olduğuna temas edilmiştir.

Daha önceki raporlarda da benzer şekilde ifade edilen kadrolaşma ve liyakate ilişkin “Hâkim ve savcıların mesleğe alınmasında ve terfiinde nesnel, liyakate dayalı, yeknesak ve önceden belirlenmiş kriterlerin bulunmaması hâlâ endişe kaynağıdır.” değerlendirilmesi yapılmıştır.

Raporda dikkat özellikle belirtilen husus Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısı, yürütmeden bağımsız olmaması ve üyelerinin atanma süreci ile ilgili endişeler devam ettiği ve HSK’nın bağımsız olmadığı vurgusudur. Bu doğrultuda bağımsızlık eksikliği nedeniyle, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun, Avrupa Yargı Kurulları Ağı’na katılımı Aralık 2016’dan bu yana askıya alındığı tekrar edilmiştir.

Raporda ki bir başka yerinde tespit ve değerlendirme ise dürüst ve görevinin gereğini yerine getiren hâkim ve savcıların HSK tarafından mağdur edildiği, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun bağımsız olmaması nedeniyle bazı yargı mensupları, görevlerini meşru bir şekilde yerine getirmeleri nedeniyle yaptırımlara maruz kalmıştır.  Örneğin Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından Gezi Parkı davasında sanıkları delil yetersizliğinden beraat ettiren üç hâkime yönelik olarak Şubat 2020’de açılan soruşturmanın devam ettiği tespiti yapılmıştır[6].

Yukarıda dile getirilen haklı eleştirilere Türk yetkililerinin cevabı raporu kabul etmiyoruz, rapor yok hükmündedir ifadelerinden öteye geçememiştir.

Türkiye’deki hukuktan uzaklaşma sorunu sadece Avrupa Komisyonu ya da uluslararası yargı organizasyonları tarafından değil ülkedeki birçok hukukçu ve akademisyen tarafından da dile getirilmektedir. Öreğin hükümete yakınlığı ile bilinen 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunun mimarlarından kabul edilen Prof. Dr. İzzet Özgenç yakın bir tarihte Twitter hesabından paylaştığı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben yazdığı açık mektupta özetle: ‘Gelinen nokta itibarıyla, bu yanlışlar sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Bu yanlışların yanlışla telafisi imkânı da bulunmamaktadır. Bu yanlışların sebebiyet verdiği mağduriyetlerin giderilebilmesi veya en azından azaltılabilmesi için hukuka geri dönülmesi, kaçınılmazdır.’ şeklinde ifadelerle Türkiye’nin hukuka geri dönmesi çağrısında bulunmuştur.

Görüldüğü gibi Türkiye artık bir hukuk devleti olarak anılmaktan çok uzaktır. Bu duruma gelinmesinde adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapan HSK’nın rolü çok büyüktür. HSK’nın hâkim ve savcıların görevlerini; kanun ve diğer mevzuata) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini gerçekleştirme yetkisi de göz önüne alındığında Türkiye’deki hukuksuzlukların en önemli kaynağı Hakimler ve Savcılar Kuruludur. Bu kurul 2014 yılından itibaren Yargıda Birlik Derneği (YBD) üyeleri veya derneğin desteklediği kişiler tarafından yönetilmektedir.

Yargıda Birlik Derneği, yaptığı birçok açıklamasından da anlaşılacağı dernek 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrasında hükümet destekli olarak kurulmuş, yönetime geldikten sonra 2014 yılından itibaren bu operasyonları yöneten ve karar veren hâkim ve savcıları açığa almış akabinde ise meslekten çıkarmıştır. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise yaklaşık 5000 hâkim ve savcıyı meslekten ihraç etmiştir. Böylece 2014 yılında seçilen üyeler iktidara diyet borcunu ödemiş ve pek çoğu Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilerek ödüllendirilmiştir.

Eski bir yargı mensubu olarak Yargıda Birlik Derneği denilince aklıma ilk gelen ifade maalesef ‘koçbaşı’ kavramıdır. Genellikle birkaç kişi tarafından elde taşınarak; vurarak kapı kırmaya, aralamaya ya da duvar yıkmaya yarayan koçbaşı, eskiden kalelerin kapılarını kırmak için kullanılan en kullanışlı ve meşhur bir savaş aparatıdır. Günümüzde de güvenlik güçleri tarafından hala binaların kapılarını kırmak için kullanılmaktadır. 2014 yılında yapılan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelik seçimleri öncesi ilkin platform olarak kurulan daha sonra dernek olarak faaliyetlerine devam eden Yargıda Birlik Derneği, resmi internet sitesindeki ifade ile ‘birbirinden farklı eğilimleri bir araya getiren’ ve görevde bulunan hâkim ve savcıların neredeyse üçte ikisinin üye olduğu bir dernektir.

Her ne kadar derneğin amacı yargıda birliği sağlamak olarak açıklansa da gelinen noktada dernek yargıda birini aklamak için faaliyet yürütmektedir.

Siyasi iktidar hukuk devletinin kapısı olan HSYK’yı Yargıda Birlik Derneği vasıtasıyla kırmış, daha sonra yüksek yargı organları dahil olmak üzere bütün yargıyı kendi siyasi kadrolarına göre dizayn etmiş ve maalesef ülkeyi insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayanan hukuk devletinden fersah fersah uzağa götürmüştür. Sulh Ceza Hakimleri, mahkeme başkanları, başsavcılar ve önemli dosyalara bakan savcıların, Danıştay ve Yargıtay’a seçilen üyelerin hemen  hemen hepsinin YBD’nin üyesi olduğu düşünüldüğünde derneğin bu süreçteki rolü daha iyi anlaşılacaktır.

Sonuç olarak Yargıda Birlik Derneği bugünün Türkiye’sinin içinde bulunduğu hukuksuzluk durumunun yargıya bakan yönleri bakımından en önemli karar alıcısı ve uygulayıcısıdır.

[1] Doğan Mutafa, Avrupa Komisyonu Raporlarında Türk Yargısının Durumu (2016-2021), https://www.crossborderjurists.org/tr/avrupa-komisyonu-raporlarinda-turk-yargisinin-durumu-2016-2021

[2] 2017 yılında yapılan  Anayasa değişikliğinden sonra HSK olmuştur.

[3] https://www.ab.gov.tr/siteimages/pub/komisyon_ulke_raporlari/2018_turkiye_raporu_tr.pdf

[4] https://www.ab.gov.tr/siteimages/pub/komisyon_ulke_raporlari/2018_turkiye_raporu_tr.pdf

[5] Doğan Mutafa, Avrupa Komisyonu Raporlarında Türk Yargısının Durumu (2016-2021),

[6] https://www.ab.gov.tr/siteimages/2021_trkiye_raporu_tr.pdf

Bu Yazılarıda Okuyabilirisiniz

Yanlı(ş) Tarih Okumaları

Yanlı(ş) Tarih Okumaları

Taraflı tarih, bir tarihçinin sahiplendiği fikirleri, eğilimleri bilinçli bir şekilde tarihe dayatması, başka bir ifadeyle tarihi verileri bu düşünce ışığında yeniden…
NAİF YARGI(Ç)

NAİF YARGI(Ç)

Önceki dönemde egemen iktidar tarafından “sakıncalı” görülen kişiler fikir ya da düşünceleri nedeniyle soruşturulmuşlar; haklarında iddianameler düzenlenerek yargılanmaları ve hatta mahkûm…
TÜRKİYE’DE ÖTEKİ OLMAK

TÜRKİYE’DE ÖTEKİ OLMAK

Öteki olmak mevcut düzen içinde hakim olanın zıttını ifade eden bir kavram. Benliğin dışsallaştırdığı, yabancı gördüğü ve çoğu zaman ön yargılarla…
KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ

Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir